28 Aralık 2009 Pazartesi

Mutlu Yıllar!



2010 hayallerimi kendime saklıyorum ama inanın bu sefer hepsi hazır. Herkesin hayallerine ulaşması ve daha büyüklerini kurması dileğiyle..


Yayımda ve yapımda emeği geçen ben adına herkese 10'a üç kala mutlu, sağlıklı, huzurlu ve çılgın yıllaar...

:)

20 Aralık 2009 Pazar

Laf Lafı Açıyor..

Tüm kanınızın beyninize fırladığı, birilerinin tepenizi fena attırdığı işte o noktada tedavi niyetine Mevlana'dan tokat gibi söz:

"..Her lafa verecek bir cevabım var. Lakin bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye..."


Oh, şimdi daha rahatım.

7 Aralık 2009 Pazartesi

...

Bugün insanlığın nerede başlayıp, bittiğini gördüm. Ağır yaralı bir hayvanın acısına son verilmeden önceki son bakışını da...

Hamileymiş, sonradan öğrendim. Ölümcül yarasına başka bir hayvanın sebep olduğunu düşünmek istiyorum. İki ayaklı bir hayvan ise onun yerine ben insanlığımdan utanıyorum...





5 Aralık 2009 Cumartesi

Tavsiye: New Media

Son zamanlarda kafamdaki bin parça düşüncenin en önemlisi sevgili tezim. O kadar özen gösteriyorum ki bir türlü hiçbir şeyi yakıştıramıyorum kendisine. Aramızda şimdiden güçlü bir bağ oluştu ki sonrasından endişeliyim. Tam olarak konuyu oturtamadım ama bu, hiçbir olumsuz duruma işaret etmemekte aksine her şey çok güzel olacağa benzer. Sadece biraz daha az titizlik diliyorum kendime.

Bir tez insanının yaşam döngüsünü oluşturan rtws parametrelerinin (read, think, write, sleep) reading kısmı, tüm çıplaklığı ile taranması gereken her biri yaklaşık 400 sayfalık 3 kitap (şimdilik) gerçekliğinde yanımda duruyor.

Tüm bu stres atma cümleciklerinin özünde kitap tavsiyeleri var. Genel olarak New Media başlığına sahip bu üç kitap, yeni medya ile ilgilenenlerin ilgisini çekebilir, çekmelidir zira benim ilgimi fazlasıyla çekti:

New Media Worlds, Challenges for Convergence
Communication and New Media
Remediation: Understanding New Media


Afiyetle tüketeceğiz tezimle.

30 Kasım 2009 Pazartesi

Issız Adam'a Gecikmiş Yorum..

Sözüm Çağan Irmak'tan dışarı, Alper'den içeri:

"Sevdiği ve sevildiği halde, gerçek aşkı bulmuş ve ölesiye yaşamışken ve tüm bunların farkındayken kim düşünür kanındaki mikrobu? Zaten o mikrobu yok etmedi mi bu aşk? Yok ettiği için aşkı doyasıya yaşamadın mı ki sen be adam. Mikrop sana değil de sen mikroba bulaşmış olmayasın.

Sevdiğin halde bağlanmaktan korkma yalanı ile mikrobundan ayrılmak istemeyen olmalısın. "

24 Kasım 2009 Salı

Kendi kendime..

Sosyal Sorumluluk Kampanyaları'nın bana düşündürdüğü çok şeyin yanında bir önemli şey de sosyal kısmın önce kendimde başlıyor olmasını farkettirmesidir.

Hayatın bize açık seçik sunduğu ya da bizim hayatın kıyısından köşesinden zorla çekip ortaya çıkardığımız türlü türlü sorunlar ve sonrasında hep beraber sorunların üstesinden gelmeye, sorunu en azından görünebilir hale getirme girişiminde bulunmalar. Küresel olarak ısınmaya başladığımızda fidanlara sarılmalar, sigara dumanından ölmeye başladığımızda dumansız sahalar yaratmalar, eşitsizliklere takıldığımızda haklarımızı savunmalar...

Hepsi leziz de sorun kendinde ise durum biraz daha karmaşık ve zor.

Birbirine bağlı çok fazla sorun ve bir o kadar var görünen çözüm yolu.. Çarp, böl, topla içinden çıkılmaz bir türlü. Hepsi iç içe geçmiş, düğümlenmiş birbiriyle.. Bu karmaşık kısmı. İçindeki 'ben'lerle bir olup düğümü kör yerinden hem de tek başına çözmen lazım. En azından çözme girişiminde bulunman.. Önce kendin için ki bu da zor olan.

Belirsizlik ve kararsızlık bulutu içinde boğulmaya başladığım şu zamanlarda, ben de kendime karşı kendi sorumluluk kampanyamı kendim için başlatmalıyım galiba.

Kendi kendime..

15 Kasım 2009 Pazar

Eti Browni 'Mutlu Et Beni'

Reklam izlemeyi gerçekten seven bir reklam-izler'im ben. Ama öyle hepsini değil, kendime göre en eğlenceli ve yaratıcı olanları üşenmeden arar, bulur, seçer ve izlerim. Hatta en sevdiğim çıksın diye kanal kanal reklam kuşağı aradığım da olmuştur. Konuya giriş paragrafı tadında olsun istedim, konumuz bu değil.


Asıl konu reklam yıldızları, daha da özelde Eti'nin kek reklamı oyuncuları. Eti, Browni reklamlarındaki oyuncu seçimlerinde gayet başarılı. İzledikçe insanın gerçekten o keki bir hamlede yutası geliyor. O kadar kıskanıyorum ki izlerken, bazen kıskançlığım oyuncu kızın keki yerken boğazında kalıp ölümü ile sonuçlanması isteğini bile uyandırabiliyor (kayıtlara geçmesin) lütfen) ki şu noktada Eti'ye yeni reklam için bir önerim var. Kendime ve çevreme daha fazla zarar vermeden sıradaki Eti Browni reklamında oynamak istiyorum. O keki öyle bir yerim ki ben, o saniyede herkesi evinin mutfağında dolapların kıyısında köşesinde ah burada bir browni olacaktı telaşıyla dolandırır, dururum.

Markayı da her türlü taşıyabilirim ben.

Teklif benden, denemesi sizden ;)

12 Kasım 2009 Perşembe

Ağustos Böceği

Sunay Akın'dan incilere devam...

"Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir larvada ortalama olarak 12 yıl bekler. Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos.
Yani topu topu bir ay... Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir. Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir.

Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık. Ömrün bir ay...
Buldun, buldun... Bulamadın, bir daha yok.

Siz olsanız çalışır mıydınız?"

10 Kasım 2009 Salı

Bir Koyunlaşma Sürecinin Trajikomik Hikayesi 'Deri Ceket'

15. Uluslararası Eskişehir Festivali 8 Kasım, benim için ise bugün başladı. Sahnede İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın Deri Ceket adlı oyunu vardı.

'Bir Bürokrasi Taşlaması' teması altında hiç değişmeyen bir konuya değinmiş Yazar Stanislav Stratiev ki Orwell'in 1984 romanını okuyanlar için konu biraz daha pekişmiş olacak. Başrol oyuncularından Hikmet Körmükçü ve esas oğlan -oyundaki meşhur dilbilimci- Yiğit Sertdemir'i oyunculukları sebebiyle bazen ağzım açık izlediğim doğrudur. Oyun, anlaşılır bir dilde ve harekette, yer yer sinir bozucu aynı zamanda da trajikomik zincirleme olaylar silsilesinde günümüzde karşı karşıya kaldığımız koyunlaşma sürecini gayet güzel yansıtmakta. Tamam itiraf ediyorum yorgun olmam sebebiyle oyunun bazı yerlerinde gözlerimin kapanmasına hakim olamasam da ikinci yarıdan sonra keyfim, 'son' merakı ve oyunun hareketinin artması sayesinde daha bir yerine geldi.

Son söz öncesi tavsiye; oyuna yorgun olmadığınız ve muhalif ruhunuzun canlı olduğu bir zaman dilimi ayırınız ve gidip izleyiniz.


Oyundan çarpıcı ve vurucu bir replikle anlatılanı özetlemek mümkün.

"Ben de kahraman değilim ama kabul edilemez şeyler var ortada. Yürüyoruz... İspatlıyoruz... Açıklıyoruz... Yok yere yeminler ediyoruz... Hiçbir şey... Hava.. Yerçekimsiz ortam!
Demek o kadar sene... Tezler... Çalışma.. EMEK.. Kitaplar.. Duyarlılık... PRENSİPLER.. Bütün hayatımız.. Bütün bunların bir anlamı YOK. Bir kalem darbesiyle çiziliyor üstü... Çünkü sadece bir yerde bir şey yazılmıştır... Ortaya çıkıyor ki basit bir yazım hayatımızı altüst edebilir. Gerçek olmasa bile...Ve biz HİÇBİR ŞEY yapmıyoruz. Hayır hayır .. Böyle değil.. İnanmıyorum. KABUL ETMİYORUM...Hiçbir zaman da kabul etmeyeceğim. SEN DE KABUL ETMEYECEKSİN anladın mı? Yenilmeyeceksin...Yoksa yarın aynaya baktığımızda bir 'Mee' leme duyulabilir... ANLADIN MI? ...Meee...Le...Me... Duyuyor musun?"

9 Kasım 2009 Pazartesi

Yarın 10 KASIM...

Yarın 10 Kasım. Saat 9.05'te sirenler Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk için çalacak ve bir dakikalık Ata'ya saygı duruşu ve akabinde Anma Törenleri gerçekleştirilecek.

O 1 dakikalık saygı duruşu boyunca, duyduğum siren sesi her zaman tüylerimi diken diken etmiştir. O bir dakika boyunca Ata'nın hikayesi, küçükken her 10 Kasım'da izlediğimiz Sarı Zeybek müziği ile birleşir ve klasik bir tabirle bir film şeridi gibi geçer gözümün önünden. O'na sahip olmak isteyen onca yabancı millete inat, O'na gerçekten sahip olmamızın anlamlı gururunu yaşar bunun yanında bu gurura yaraşır bir şekilde verilen değeri yok etme çabalarının da var olma düşüncesi, yine o bir dakika boyunca gözümde iki damla yaşa dönüşür.

Aramızdan ayrılışının 71. yılında, O'nu candan, gönülden, çıkarsız, safça ve gururla seven sayan her Atatürk çocuğu yarın, o bir dakika boyunca durum ve engel ne olursa olsun O'na ve mirasına nasıl sahip çıktıklarını sorgulayacak ve geçirecek aklından.

O'nun gibi eşsiz bir öndere sahip olmanın haklı gururunu ise sadece bir dakika boyunca değil, bir ömür boyu yaşayacak.


3 Kasım 2009 Salı

- Alıntı -

"..belki de susmak, gerçeği anlatmanın tek yoluydu." demiş yazar*.


*İhsan Oktay Anar, Suskunlar

26 Ekim 2009 Pazartesi

O. ve Başka Semtin Çocukları onlar..

Son zamanlarda filmlerde Türk yapımlarına yoğunlaşmış durumdayım. İzleyemediğim tüm filmleri teker teker bulup izliyorum. İlk olarak elime Başka Semtin Çocukları geçti ve yine tereddütlü bir şekilde ilk beş dakikasına bakar ve ilgimi çekmezse uyurum düşüncesiyle izlemeye başladım. Başlamamla bitmesi bir oldu desem abartmış olmam heralde. Yoğun bir günün ardından kafa dağıtmak adına izlenmek istenen bir film, beni alıp çok başka yerlere götürdü. İsmail Hacıoğlu başta olmak üzere kadro gerçekten çok iyi, güzel bir iş çıkarılmış. Oyunculuk desem gayet keyifli.

Ardından bir sonraki gün, yoğun istek üzerine O. Çocukları'nı izledim. Gerçi bu film için ön yargılarım çok fazlaydı ilk gösterime girdiğinde. O yüzden hep erteledim, sinema salonu yerine evde izlemeyi tercih ettim.
Ara ara komik ve bir o kadar da hüzünlü bir filmle karşılaştım . Türk sineması adına olumlu bir durum söz konusu bıdı bıdı bıdı ..gibi klasik cümleler kurmayacağım ama tüm önyargılarımı teker teker yine kendi başıma yıkmaktan gurur duyduğumu söyleyebilirim. Ama lütfen biri Özgü Namal'ı artık aşırı pudralamaktan vazgeçsin. Tek ricam budur.

Sonu da pek bir komik olmuş, biraz gerçeklikten uzak ama artık o kadarını da görmezden gelebiliriz. Spoiler vermekten ciddi anlamda kaçınıyorum. Zira vermem, uyarısız vereni de sevmem. Önyargılarınızı kırmak adına güzel başlangıçlar bunlar.

Bir an önce edinin. İyi seyirler...


17 Ekim 2009 Cumartesi

Alo Simit

Sevgili Tuğçe'nin Simit yazısından sonra aklıma uzunca bir süredir yazmak için ertelediğim ilginç ve bir o kadar da güzel bir olay geldi.

Arkadaşım Pelin, artık Pazar sabahları kahvaltıda canı simit istediğinde yedi kat inip simit fırınına gitmiyor ya da evde pür dikkat benim gibi simitçinin geçmesini beklemiyor. Napıyor, adresini (hatta onu bile yazmıyormuş artık) ve kaç simit istediğini yazıp simitçisine yolluyor ve simit beş dakikada kapısına geliyor.

Nasıl yani?' dedim ilk dinlediğimde. Simitçin SMS ile mi çalışıyor?, vay be :)

Biz geri kalmışız desene...

5 Ekim 2009 Pazartesi

Elazığ'a gittim, yokum!

Yarın sabah itibariyle önce Ankara, sonra da Elazığ'a, Fırat Üniversitesi'ne, olan yolculuğum başlayacak. Üç günlük bir İletişim Sempozyumu'nda uzun süren araştırmamızın sonuçlarını sunacağız. Sempozyumda bol bol Medya ve Etik başlığı altında Türk medyası, tarafsızlık, adam kayırma, iktidar - medya arasındaki çıkar ilişkileri, meslek etiği gibi ülkemizden bol örnekli konular hakkında araştırmalar ve tartışmalar olacak. Bulgular ve tartışmalar hayli eğlenceli olacağa benziyor. Hastalığım, lütfen beni bu eğlenceden mahrum bırakma.

..ve merakla beklediğim son gün tabiki gezi programı. Bol bol fotoğraf çekebileceğim programda neler mi var?

Harput'ta kahvaltı ve gezi, Keban'da balık, Hazar Gölü'nde akşam yemeği.

Pazar'a kadar yokum. Biraz konuşup, eh biraz da gezip geleceğim.

27 Eylül 2009 Pazar

Demirsizliğimin sebebi..

...sadece ben miyim? Ne yani, yemeklerden hemen sonra içtiğim bir bardak çay (açık üstelik) ve haftada bir yediğim et yüzünden mi?

Neymiş efendim, yemeklerden hemen sonra içilen çay besinler içerisindeki demirin vücuttaki emilimini büyük oranda engelliyormuş. Kırmızı et haftada en az üç kez yenmeliymiş.

Biliyorum.



Tamam, her şeyi kabul ettim. Çayı yemekten bir saat sonra kahve ile seve seve değiştirdim. Ama et için çeşitli planlarım mevcut. Tercihen tavuk ve balık tüketicisi olan ben, kırmızı et dendiğinde köfte ve sucuktan başka şey bilmem. Adana ve Urfa'yı sadece şehir olarak anar, ağzıma koymam. İskenderi bile aylaar sonra toplu halde tüketilecekse yerim. 'Ama efendim, kırmızı eti mutlaka tüketmelisiniz, ondan alacağınız demir farklı..'. Tamam ona da peki, köfteyi de seve seve ikiye çıkarırım, ama başka yok. Hatta bu gidişle hiç olamayacak. Çünkü boşalan demir depolarını doldurmak üzere önüme çok sık sürülen her et yemeği, bana mide bulantısı olarak geri dönmekte. Hem de köfte de (!) bile. Galiba artık vejeterjanların neler hissettiklerini ucundan anlamaya başladım. Bu konu fena halde canımı ve ruhumu sıkıyor. Araştırıp bunun bir çaresine bakacağım. Uygulamalarımı da buradan paylaşacağım.


Şimdilik beni yeşil yapraklı sebzelerim ve bakliyatlarımla baş başa bırakın.


24 Eylül 2009 Perşembe

Everybody lies


"It's a basic truth of the human condition that everybody lies. The only variable is about what. The weird thing about telling someone they're dying is it tends to focus their priorities. You find out what matters to them. What they're willing to die for. What they're willing to lie for."

David Shore, House M.D.


Bazen ikisi de aynıdır.


19 Eylül 2009 Cumartesi

Mutlu Bayramlar


Evet, yine evde, bayram için alındığını adım gibi bildiğim fakat bir türlü ortalıkta görünmeyen çikolatalı badem şekerleri ve fıstıklı drajeleri bulamıyorum. Çünkü koca koca insanlar benden çikolata saklıyorlar. En ücra köşelere bile baktım ama bulamıyorum :D ve sonunda boş şeker kasesinin içine not bıraktım:

"Tamam söz, bu sefer bayrama kadar bitirmeyeceğim. Lütfen çikolataları gerekli merciilere teslim ediniz."



Herkese Mutlu, Tatlı Dolu, Keyifli Bayramlar...

;)





15 Eylül 2009 Salı

Feminist Yaklaşım

Mutsuz, can sıkıcı, kan ve ilaç dolu bir günün ardından tek isteğim biraz eğlenmek. FACEinHOLE şu anda bu isteği eksiksiz bir şekilde yerine getiriyor :) Her animasyonu yaptım ama en çok bunu beğendim (neden acabaa :)) Gülmek için siz de izleyiniz.

Son bakış şahane :)

13 Eylül 2009 Pazar

Aşk, Mürüvvet ve Bürokratik Eziyet


"Bizler aşkı, filmlerden, şarkılardan, anlatılanlardan öğreniyoruz. "Aşık olmak zorunda mıyız? Olmamak bir eksiklik mi? Aşk şartlı refleks mi, dürtü mü?" Bu soruların cevabı bizde yok. Zaten anne ve babalarımızın bizim için biçtikleri gelecek de, Ay'a çıkmak, Everest'e tırmanmak, okyanus görmek, atom parçalamak ya da büyük aşklar yaşamak değil. Onlar için mürüvvet, aynen onların yaptığı gibi evlenip, çoluk çocuğa karışmak. Kendilerine benzetmek istiyorlar bizi. O yüzden de aşk-maşk bilmiyoruz biz. Mürüvvet anlayışlarıyla, farkında olmadan belki de bizden intikam alıyorlar. Hayat diye sundukları aslında bürokratik bir eziyet."


Met-Üst Ayşe Arman'a verdiği röportajda bu cevapla adeta ruhumu okşuyor, "evet, tam da olan bu" diye haykırtıyor.

..ve düşündürüyor:

Acaba kaç kişi hayatlarını bürokratik eziyete teslim ediyor, etmek zorunda kalıyor?

Acaba kaçı aşk evliliği yerine mürüvvet evliliği yapıyor (ya da yapmak zorunda bırakılıyor)?

Acaba kaçı gerçek aşkı, evlenip çoluk çocuğa karışma mürüvvetine tercih edebiliyor?

ve kaçı gördüğü bürokratik eziyetin intikamını çocuklarından alıyor, acısını onlardan çıkarıyor?


Cevap: ...

9 Eylül 2009 Çarşamba

09. 09. 2009

09. 09. 2009, işte benim tarihim.

Soyadım için tarih(l)i bir gün bugün! "Dokuzlar" hiç bu kadar anlamlı olmamıştı :)

8 Eylül 2009 Salı

Bu sabah..

...on kez çalan ve on kez ertelediğim telefonumu bir hışımla kapattığımda hissetiğim ilk şey, korkunç bir baş ağrısı idi. Çok fazla ya da az uyumamış, alkol almamış, migren ağrısı kadar ağır bir baş ağrısı ile uyanmaya neden olabilecek bir şey de yapmamıştım halbuki. Kendi kendime kıza kıza başladım güne. Tabi her şey kötü başladı ya bir kere, kötü de gitti. Ofise geldim, ağrıdan gözlerimi açamıyordum ve arkadaşlarıma söylendim "Sabah sabah baş ağrısı ile mi uyanılır?, Nasıl bir gün bugün?, Her şey de mi kötü gider?..."

Bazen ne kadar saçma ve yersiz şeyler düşündüğümü geç de olsa anlıyorum. Yaklaşık yarım saat önce altı şehit ve selde hayatını kaybetmiş iki kişinin haberi ile akşam yemeğimi yemeye çalıştım. Bitirebilmek mümkün olmadı tabi.

..ve düşündüm: ben sabahın köründe bana adeta hediye edilen yeni günü bırakıp, aptal başımın ağrısına takmışken; aynı zamanlarda acaba kaç kişi sevdiklerinin ölüm haberi ile yeni güne başlamış, kaç kişi hiç dinmeyecek acılarına rağmen hayata tutunmuş yaşama mücadelesi vermekteydi bu sabah.

Birden buz kesti her yer, üşüdüm.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Hido değil Hidayet..


Efes Cup 8'den iki kare. Gittim, gördüm. Hido beklediğimden kısa ve zayıfmış. Hido, artık eski Hido değil gözümde, yok yok artık değil..

Hido değil artık O, Hidayet!

2 Eylül 2009 Çarşamba

Anlayış..

Bana "Seni anlamıyorum" demen hak etmediğim bir övgü, fakat senin de hak etmediğin bir sövgüdür.

Halil Cibran



buraKargın günün (s)özü'de görüldü, çok beğenildi.

28 Ağustos 2009 Cuma

Tarif..

Nasıl güzel bir cümledir bu, bir insanın sizi tarif etmek için kullandığı:

'Şekeri bitmeyen sakız gibisin' demiş bıraktığı notta,

'her daim tatlı!'... :)

20 Ağustos 2009 Perşembe

İşte Benim Vespam..

Hediyelerin en anlamlılarından biri oldu bu. Çok sevdiğim arkadaşım Pelin'den Vespa anahtarlık. "Görür görmez seni hatırladım." dedi verirken. Umarım bir gün gerçeğini de alacaksın demeyi de ihmal etmedi. :) Amiiiiiin diyerek harika hediyemin keyfini çıkardım. Fotoğraflar da benden.

Bir kez daha çook teşekkür ederim Pelinciğim. ;)

11 Ağustos 2009 Salı

Neyim Eksik?

Evet, artık benim de bir Hangover Baby gözlüğüm var. Fotoşop yok, fotoşop yoook :)


PS: Conconcum, teşekkürler :)

4 Ağustos 2009 Salı

Hangover, "What happened last night?"

"What happened last night?". Herkes birbirine bu soruyu soruyor bu filmde, biz de izlerken sorduk birbirimize acaba ne oldu, nereden çıktı banyodaki kaplan, dolaptaki bebek, salondaki tavuk diye.

İlk başta tipik bir Amerikan komedisi izlenimi verse de öyle olmadığını kendini izlettirdikten sonra kanıtlıyor Hangover. Bu kadar konuşulur olmasında gayet başarılı bir şekilde yapılan reklam ve tanıtım çalışmalarının payı da büyük. IMDB'de aldığı yüksek puan ve top 250 içine ilk haftalarda girmesi de işin kaymağı olsa gerek. Diğer filmlere örnek olsun.

4 birbirinden farklı erkeğin, düğün öncesi bekarlığa veda partisini Las Vegas'ta geçirecek olmaları zaten kafalarda bir hikaye canlandırıyor. Ama işin asıl çekici yanı, film boyunca zihinleri "What happened last night?" cümlesiyle sürekli meşgul ediyor olması; izleyicinin merakını kahkahası bol bir şekilde dürtmesi.

Transformers gösterimi öncesi, fragman gösterimleri sırasında ilk izlediğimizde zaten kanımız ısınmış, gidilecekler listesine o an eklemiştik. Yaz rehavetine kapılıp can sıkıntısı yaşıyorsanız, şiddetle tavsiye edilir zira gayet eğlenceli. Yes Man'den beri böyle güldüğümü hatırlamıyorum (Ice Age'i saymıyorum) ve evet ben de bu gözlükten istiyorum.


3 Ağustos 2009 Pazartesi

Gitmek


"... Ben her bahar aşık olmam ama,
Her bahar gitmek isterim.

Gittiğim olmadı hiç.

Ama olsun... istemek de güzel."




Can Yücel (Gitmek adlı yazısından)

31 Temmuz 2009 Cuma

Alarm

Çizimleri beğendim. Konu ise, her sabah yapmak istediğim...Kendime çok yakın hissettim özellikle bu sabahki saat ertelemelerinden sonra.

Yapım: Mesai,

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Depresyondayım

Tatil dönüşü, depresyon belirtisi.

Belirtiler: Fena halde can sıkıntısı, bir dolu iş varken "iş de yok offf" yakınmaları, ertelenen planlar, kendini pencereden atma düşüncesi, normal olmayan duygusallık, aşırı yemek yeme, bir memnuniyetsizlik, bir isteksizlik..

Kesin depresyondayım. Kurtarın!

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Dönüş..

*Tatilden

Döndüm döndüm, hem de harika fotoğraflar ile. Tatil keyfi yazısı ile gelemk istiyorum ama yazarken canım çeker, dayanamam diye de istemiyorum bir yandan. Belki Marmaris Rehberi tadında bir şey hazırlayabilirim işe yarayacak. Bakalım, keyfim gelsin yazacağım.

10 Temmuz 2009 Cuma

Tatile gittim, belki de dönmem..


Marmaris'e adımımızı atmadan tatile gittiğimizi anlamayacak olsam da tatil halet-i ruhiyesine girdim. Artık gerisine karışmam. Canım blogum, yaklaşık 15 gün (5 günü tatil sadece, yuhalamayın) yayımda ve yapımda emeği geçen herkesi sana bırakıp gidiyorum ben..

Tatile gidiyorum, belki de dönmem. :))

9 Temmuz 2009 Perşembe

Kahve Aşkı

Beni tanıyanlar, kahveyi ne kadar sevdiğimi çok iyi bilirler. Kahve ile olan ciddi ilişkimiz üniversitenin ilk yıllarına dayanır (6 yıl kadar önce) keza önceden hiç sevmezdim (inanması güç).

Okuduğum bölümün** İngilizce olmasının bu ilişkinin başlamasındaki payı çok büyük. Türkçesinin bile zor anlaşıldığı bir ders olan iktisatın finaline çalışırken tanıştık biz. Oppurtunity cost, ceteris paribus, supply, demand ve yanında sabaha kadar yeni yeni yakınlaşmaya başladığım kahve. O zamanlar sade olmayı severdi. Ben sert halini sevmezdim ama mecburen kabullenirdim. Sonra, ders aralarında da benimle ilgilenmeye başladı. Bu sefer sert değil daha yumuşamıştı. Süt onu yumuşatmış, daha güzel olmuştu. Ben de hoşlandım bu durumdan, başladık. Bir süre sade devam ettik. Sonra ben sıkıldım. Sıkıldığımı anladı tabi, değişik tadlarda gelmeye başladı yanıma. Aromalı çeşitleri de bir harikaydı. Starbucks buluşma noktamız oldu. O günden beri beraberiz.

Çok da mutluyuz ;)



Dip not: ** Lisansım İngilizce İşletme (ve evet herkesi İngilizce işletebiliyorum, sakın aynı espriyi yapmayın, kötü olur. ;))


6 Temmuz 2009 Pazartesi

Bir aslan miyav dedi..

Evet, küçük aslanımızın adı Duman. Kendisi sevgili arkadaşım Pelin'in iki kedisinden biri olmakta ve öyle bir pati atmakta ki korkudan yanına yaklaşamıyorum sonra. Pek bir kibirlidir kendisi. Yine de çok tatlı değil mi? :)

Şu oturuştaki rahatlığa, keyfe bakar mısınız?

29 Haziran 2009 Pazartesi

Hayat bazen çok gıcıksın!

Haftasonu yaptığım pancakeleri anlatacaktım, ta ki canım sıkılana, enerjim düşene kadar. Halbuki öğlen tavla turnuvasından kazandığım magnum yüzünden gayet keyifliydim.

Bugün, iş yerinden sevdiğim arkadaşlarımın ayrıldığını geç de olsa öğrendim. Canları biraz sıkkınmış, konuşamadık bile doğru dürüst. Moralim bozuldu. Hava da kapalıydı zaten, iki gündür olduğu gibi. Temmuz başındayız hava, bilmem farkında mısın? Yaz günü kış soğuğu yaşamak istemiyorum artık. Zaten ıslandım da bugün. Islanmaktan nefret ediyorum. Beyaz spor ayakkabılarım artık beyaz değil. Şu Vespamı da bir alamadım zaten. Güzel bir yazı yazmak istemiştim, onu bile yazamadım. Hayat, bazen çok gıcık olduğunun farkında mısın?

Hayat, çok açık ki seninle bugün bir zorum var. Bugün git, yarın daha adil bir şekilde dön lütfen.

Bekliyor olacağım.

26 Haziran 2009 Cuma

24 Haziran 2009 Çarşamba

Zorunlu Tercih

Bugün maalesef iki durumla da karşılaştığım için karar vermekte zorlandım, soruyorum. Sizce hangisi daha dayanılmaz bir durumdur?
  • Dayanılmaz derecede, maruz kalınan ter kokusu mu (dayanılır da yok zaten),
  • Yoksa yine sıcak mı sıcak bir havada maruz kalınan, burun deliklerini tahriş edecek derecedeki ağır mı ağır parfüm kokusu mu?

Kabus gibi, ben tercih bile yapamıyorum da!

23 Haziran 2009 Salı

Türkiye'nin Ensest Raporu

Eve geldim, bilgisayarımı açtığımda ana sayfam olan ntvmsnbc'de bir başlık hemen gözüme çarptı: "Anneler bu habere dikkat!".

"Türkiye'nin ensest raporu" alt başlığı ile verilen haberde ensest ilişkilerin Türkiye'deki durumunu gösteren ve Adana, Ankara, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul ve Kocaeli'de yapılan saha çalışması ile ortaya konan bir rapordan bahsediliyor. Rapor, ensest vakaları ile farklı alanlarda karşılaşan rehber öğretmen, sınıf öğretmeni, psikiyatr, çocuk doktoru, çocuk cerrahı, adli tıp uzmanı, halk sağlığı uzmanı, ebe, polis, hâkim, savcı, avukat, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, sosyolog ve sivil toplum kurumu çalışanlarından oluşan toplam 98 kişi ile yapılan derinlemesine görüşmelere dayanıyormuş.

Karşılaşılan örneklerden bazıları şöyle verilmiş:

“...bir babanın kızıyla 7 yıl süren ensest ilişkisi olmuştu. Hatta kızın âdet düzenlerini takip edecek kadar ileriye götürdüğü bir ilişki. Ve kız iki kere gebe kalıyor. Gebeliği sonlandırıyor bir şekilde baba. Kürtaj yaptırtıyor... 10'lu yaşlara yakın başlıyor”

“...şahsın 5 kızı var. Her bir kızını 3 veya 4 yaşından itibaren istismara başlıyor. Bu çocukları 9-10, yani cinsel anlayışa yakın veya bilinçli, o anlamda bilgi sahibi olmaya geldiği noktada bırakıyor, bir diğerine başlıyor. Bu şekilde 5 çocuğunu da ayrı ayrı taciz etmiş.”

Örnekler akıl almaz cinsten. Üstelik sanmayın ki bu tür sapkınlıklar sadece kız çocukların başına geliyor, kızların oranından az olsa da erkek çocuklar da tacizlere ve hatta tecavüzlere yakın oranlarda maruz kalabiliyormuş.

Haberden çarpıcı başlıklar şöyle:
  • En sık yaşanan istismar baba-kız baba-oğul arasında..
  • Yüksek gelir grubunda örtbas etmek daha kolay..
  • Namus baskısı ensesti gizliyor..
  • Ensest ortadan kaldırılamaz ama..
Çarpıcı örnekler ve açıklamalarla dolu haber mutlaka okunmalı ve okutturulmalı.

Haberin tam metnine buradan http://www.ntv.com.tr/id/24977822/ ulaşabilirsiniz.

Canım Vespam

Kendisi GTS 300 Super model ki Vespaların en güzellerinden. Şimdi ben buna hayran olmayayım da neye hayran olayım. . Şu dünyada bir Vespam olmadı, olamadı ama "henüz". Bir gün benim olacak, binicem üstüne, basıcam gaza basıcam gaza. Yok bu olmadı. Tamam gaza basmasam da olur yeter ki o benim olsun sarılayım, bakayım ona uzun uzuuun sadece. Sürekli sileyim, hiç çamur olmasın çamurluğunda. Hatta toz bile olmasın, ben izin vermem ki zaten. Kaskımı da takayım, çiçekli converseler de ayağımda.

Ah Vespam vah Vespam canım Vespam. Bir gün kavuşacağız. seninle, işte buraya da yazdım. ;)


Vespacılar, fotoğraftaki harika şey için buradan alalım sizi de.

20 Haziran 2009 Cumartesi

Nasıl Yani?

Gönderilen mesaj ile alınan mesajın farklı olabileceğini, bunun da iletişim sorunu (şu durumda da kilo ve para sorunu) yaratacağını yukarıdaki örnekte görmek istemiyorum.

Şimdi, sınırsız çikolatalı pasta yer ve kahve içersem mi bu kadar ödeyeceğim, yoksa her yediğim pasta ve içtiğim kahve başına sabit bir fiyat mı bu (yani daha fazla ödemeyeceksiniz der gibi)?

Umarım ikisi de değildir :D
Sadece ben mi anlayamadım ya da anlamak istemedim acaba??

19 Haziran 2009 Cuma

Akustik Heyecan

Hep beklediğimi yaptım, işte oldu. Yeni müzik blogum, Akustik Versiyon ilginç (ve komik) doğum süreciyle artık hayatta.
Müziği çok seven biri olarak, zevkle paylaşımlarda bulunacağım ama önce kendimi doyurmak adına, sakın gücenmeyin :) Aldığım tepkilere gelince, hepsi harika! Çok teşekkür ederim.

Misafirsever bir bloguz, her zaman bekleriz.. "http://akustikversiyon.blogspot.com/"




Not: Sevgili Şahikacığıma görsel için ayrıca teşekkür ederim ;)

14 Haziran 2009 Pazar

Yazıyla da Rakamla da "6"


Sonunda biricik yeğenim Alphan 6 yaşına girdi. "Zaman ne kadar da çabuk geçiyor" dedim kendime tüm gece boyunca. Daha dün gibi, altını değiştirmeyi öğrenip, mama yedirmek için kaşığı ağzına sokma çabalarım. Neyse duygusallığa bir süre ara verip parti heyecanını paylaşayım.

Cumartesi sabahı acayip Yüksek Hızlı Trene ilk kez binerek Ankara'ya yaklaşık 1 saat 47dk. da gidebildim (Hızlısını anladım da Yüksek Hızlı..daki Yüksek'i anlayamadım bu arada). Ankara garını farklı seviyorum nedense, her inişimde en az beş dakika garı izliyorum, değişik hisler uyandırıyor bende ki bunu daha sonra anlatmalıyım. Haydarpaşa kapısından çıkıp koca İstanbul'la ilk defa karşılaşanların tvdeki sahnesi geldi aklıma gardan çıkarken. Dışarıda taksi sırası denen bir şey vardı benim pek alışık olmadığım. Neyse ki anlamsız kalabalığı yararak bir taksiye atladım hemen ve 10 dk'da evdeydim. Eskişehir'deki evimden çıkıp Ankara'dakine gelmem toplam 2 saat sürdü yani, ne hoş :).

Kapıyı açıp beni gördüklerinde ev halkı pek bir sevinmişti, çalışmak için biri daha geldi çünkü :) Yapılacak onca iş var hadi hadi hadi..Tabi önce Alpi ile 15 dklık hasret giderme seansı. Hopladık zıpladık sarıldık dağıttık sonra dağıttıklarımızı topladık. Parti balonlarını şişirdik. Süsleri yerleştirdik. Evden sonra kendimizi süsledik ki misafirler gelmeye başladı. Sırayla hepsini karşıladık bu sırada Alpi merakla hediye sepetinin çevresinde dolanarak kedi-ciğer durumunu hatırlatmaktaydı bana :) Uzun süren yemek yeme faslı sonrasında Alpi harika süpriz pastasına kavuştu. Ninja kaplumbağa'lardan hangisi oluyor hatırlayamasam da pek lezzetliydi kendisi. Bunda içinde bolca ve bütün bütün bulunan antep fıstıklarının da payı büyük tabi :). Gece 4 küçük yumurcak ve hiç susmayan çığlıkları ile geçti diyebilirim. Nasıl bir enerjiye sahiplerse kıskanmamak ve dehşete kapılmamak mümkün değil.

Fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere Alpi pek bir mutluydu, pastasını kestikten sonra günün anlam ve önemini belirten konuşmasını yaparken de çok heyecanlıydı :). Hediyelerini açarkenki mutluluk anı da fotoğraflarla tarafımdan kanıtlandı.

Kendimi yorgunluktan yatağa nasıl attığımı hatırlamasam da küçük kuzuyu bir yaş daha büyütmek, büyüdüğünü görmek bütün yorgunluğa değdi. Umarım en kötü günü böyle olur.

Hep birlikte sağlıkla mutlu ve huzurlu bir hayata küçük kuzucuk.

Mutlu yaşlar.. :)

12 Haziran 2009 Cuma

Doğum günü kuzusu ile çok yakında...


11 Haziran ailedeki herkesin yaşamını değiştiren bir tarih bizim için. Ailedeki en çok sevilen küçük olma özelliğini bunca yıl kimseye kaptırmayan ben, kuzuma ellerimle teslim ettim bu ünvanı 5 yıl önce :)

O da teyzesine çekmiş olacak ki özel günlere çok önem veriyor. Öyle ki doğum gününden bir ay önce telefonda bana hediye siparişi verebiliyor :) Aylar önce çok istediği hediyeyi aldım, şimdi de vermek için sabırsızlanıyorum. Telefondaki "Nursel, seni çok özledim. Nerelerdesin sen, gel çabuk!" demesinin de bence hediyesiyle bir alakası yok, olmamalı. Yok yok eminim :)

Doğum günü ile ilgili yazısı ve kendi düşünceleri için biraz beklemeniz gerek zira doğum günü kutlama gecesinde kendisi ile özel bir röportaj planlıyorum, bakalım yeni yaşından neler bekliyormuş :) hadi bakalım..

Mutlu Yaşlar Kuzuma, iyi ki doğmuş. :)



4 Haziran 2009 Perşembe

Avucunuzdaki Kelebek

Ahmet Şerif İzgören, okumaktan fazlaca keyif aldığım, yeni kitabının çıkmasını heyecanla beklediğim yazarlardan... Klasik kişisel gelişim kitabı yazarlarından çok farklı onun tarzı. Okurken emirler vermez, maddeler yağdırmaz size; alıntıları siz yaparsınız kitabın içinden ve okumaya başladıktan sonra da bir bakmışsınız kitap bitivermiş ve tadı damağınızda kalmış...

Avucunuzdaki Kelebek onunla tanıştığım ilk kitabı ve bir özelliği var ki Türkiye'de ilk kez bir kitabın beğenilmediği takdirde iade garantisi var, bu kadar da kendinden emin ya da içten nasıl takdir ederseniz..

Birkaç gün önce, kütüphanemden alıp yeniden okudum ve yine yine çok etkilendim. Tüm kitaplarını şiddetle tavsiye ediyorum, okumayan kalmasın!!


Kitaptan bir hikaye:

"Genç kız bilge adamı şaşırtmak istiyor. İki elinin arasına bir kelebek koyacak ve bilge adama, 'avucumun içinde bir kelebek var, canlı mı ölümü?' diye soracak. Ölü derse kelebeği salıverecek, canlı derse avucunu bastırıp kelebeği öldürecek, bilge adam her ne derse tersini ispat etmiş olacak. Kız, kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatıyor:
“Avucumun içinde bir kelebek var: Canlı mı, ölümü?”
Bilge adam cevap vermeden önce uzun uzun kızın gözlerinin içine bakıyor ve cevap veriyor: “Canlı da olması, ölü de olması senin ellerinde kızım, senin ellerinde"

ve İzgören ekliyor;

"Hayatımız ve mutluluğumuz da bizim ellerimizde; tam avucumuzun içindedir."

Öyle midir ki?

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Barcelona Hatırası

Harikalar Diyarı Barcelona'da ünlü La Rambla'da yürüyoruz. İki adımda bir yetenekleri ile büyüleyen, La Rambla'nın ünlü sokak sanatçılarının gösterilerine hayran kalıyoruz. Birden birkaç metre ötede çalan müzik bedenimize hakim olmamızı engelliyor, deli gibi bir dans isteği ve merakla kalabalığı yararak meraklı bakışlara bir çift daha ekliyoruz veee ne görelim, küçük iskelet Elvis olmuş hayranlarına Blue Suede Shoes söylüyor :) Biz gözlerimizi bu sevimli şeyden alamazken kameram da bu eğlenceli ve bir o kadar da keyifli anı kaydediyor. Bu arada tek elle yaptırılan figürlere de hayran kalmamak elde değil. Bu keyfi paylaşmak en güzeli :)

Barcelona ile ilgili yazılar bununla da kalmaz!!


*Çekimi gece yaptığım için görüntü karanlıktı, ama ben biraz üzerinde oynadım. Sevimli iskeleti görmek bu video için yeterli ;)

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Sansüre Sansür YAY! Hareketi




SansureSansur - 01 (Eng. Subt.) from adboy on Vimeo.




SansureSansur - 02 (Eng. Subt.) from adboy on Vimeo.

Yay! Hareketi, adı üstünde, yaymaktan geliyor. Sanal ortamda, gerçek hayatta, elimizden geldiğince tepkimizi yaymak anlamını içeriyor.
Bu doğrultuda, elimizde çeşitli malzemelerimiz ve yönetmen arkadaşımız İlkay Kopan’ın çektiği videolarımız var. 11 Mayıs itibariyle, videolarımızı, manifestomuzla beraber bloglarımızda yayınlayarak, ortak bir mesaj vermeyi hedefliyoruz. Aynı gün, aynı mesajla ortaya atılarak kamuoyunun dikkatini çekmeyi amaçlıyoruz.




SansureSansur - 03 (Eng. Subt.) from adboy on Vimeo.


Öte yandan, videolar ve banner’lar sanalda yayılırken, gerçek hayatta da boş durmuyoruz tabii ki. Tepkimizi internetten çıkarıp, dışarıda da göstermek için poster ve sticker gibi malzemelerimizden faydalanacağız. Amaç belli: Sansür, her yerde karşınıza çıkabilir. Malzemeler de bu doğrultuda hazırlandı, boşlukları malzemeyi kullandığınız yere göre yazabilirsiniz.

Örneğin, posteri bir restorana astınız, boşluğu “Bu restorana erişim engellenmiştir” şeklinde doldurabilirsiniz.Bu fikirden hareketle aklınıza yeni bir malzeme fikri gelirse, atış serbest. Neler mi olabilir? Tribünlerde “bu tribüne erişim engellenmiştir” pankartı açmak olabilir, yine mecrasına uygun mesajlarla amerikan servis, tişört, bardak altlığı, föy, stensil gibi daha pek çok şey olabilir, bundan sonrası hepimizin hayal gücüne kalıyor aslında.
Sizden tek isteğimiz, bu malzemeleri kullandığınızda ya da gerçek hayatta karşınıza çıktığında, hemen bir fotoğrafını çekip, nerede olduğu bilgisiyle birlikte bize göndermeniz. Hareketin ne kadar yayıldığını görmek ve fotoğraflarla sitemizde sergilemek istiyoruz.
Kısıtlı sayıda malzeme elimizden bulunuyor. Bir süre için bize yazarak malzeme temin edebilirsiniz ya da doğrudan bu sayfadan indirip, kendiniz basabilirsiniz.

SansureSansur - 04 (Eng. Subt.) from adboy on Vimeo.



SansureSansur - 05 (Eng. Subt.) from adboy on Vimeo.



Viral malzemelerin hepsine ulaşmak ve indirmek için tıklayın.

29 Nisan 2009 Çarşamba

Fotoğraf insanı insan eder..


"Fotoğraf insanı insan eder. Önce size kendinizi gösterir, sonra da dünyayı size."


Sevgili fotoğraf hocam Erdem Çetintaş, dün
EFSAD'taki dersinde çok güzel bir fotoğraf gösterisi sunarken bu lafı etti ki hemen not aldım. Galiba fotoğrafa aşık her insan da aynı duyguları paylaşacak! Ne güzel bir sözdür..

23 Nisan 2009 Perşembe

23 Nisan Blogger'ından Mutlu Son :)



Alphan Haktanır, 4,5 yaşındaki yeğenim, taa Ankara'lardan hasta yatağından teyzesine bayram coşkusunu anlatmış :) Annesinin dediğine göre hasta yatağında beş dakikada çıkarmış bu resmi. Acil şifalar ve Mutlu Bayramlar olsun O'na, diğer tüm çocuklara ve aynı zamanda çocuk kalanlara ;) !!





19 Nisan 2009 Pazar

Chicken a la Carte

Dünyada her gün yaklaşık 25,000 kişi açlıktan, açlığın sebep olduğu hastalıklardan ve yanlış beslenmeden ölüyor. Ama umut insanları hiç terketmiyor...

Yazan, Fotoğraflayan ve Yöneten: Ferdinand Dimadura

"2005 yılında Dimadura tarafından çekilen film, 2006 yılında 56.Uluslararası Berlin Film Festivali’nde ‘Dünyanın En Kısa Filmi’ birincilik ödülünü aldı. Yarışmaya dünyanın çeşitli ülkelerinden 3.600 film katıldı, 32 film arasından Chicken a la Carte birinci seçildi."

16 Nisan 2009 Perşembe

23 Nisan Blogger'ı :)


23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda gönüllü tüm blog yazarları, o gün için bloglarını çocuklara bırakacak. Ben de sevgili blogumu bannerdaki ufaklığa çok benzer bir kuzu ile paylaşmayı düşünüyorum, biricik yeğenim Alphan :). Kendisi 5 yaşında ve büyük ihtimalle bayram coşkusunu bizimle yaptığı bir resimle ya da çılgın konuşmalarının olduğu bir videoyla paylaşacak, teyzesine çektiyse de bayramını çok güzel anlatacak :).

23 Nisan'da blogum en özel misafirini ağırlayacak, ya sizinki?


****

This blog is mine at 23 th April


Every year, the children in Turkey celebrate this “23 April Sovereignty and Children’s Day” as a national holiday.The importance of April 23 as a special day of children has been recognized by the international community.

UNICEF decided to recognize this important day as the International Children’s Day.

I will share my blog to children on April 23rd :), and what about you?

O da sizin çocuğunuz!!

"Acil İhtiyaç Projesi Vakfı “O da Sizin Çocuğunuz” burs kampanyası'nı başlatmış. Küçük umutları yeşertmek için, Faturalı Turkcell hatlardan 6730'a SMS atmanız yeterli..!!

Kampanya ile ilgili gerekli bilgiyi Acil İhtiyaç Projesi Vakfı sitesinden öğrenebilirsiniz.

Kampanya ile ilgili detaylı çalışmalar çok yakında!!

13 Nisan 2009 Pazartesi

Bekleyiş

Her şey çok güzel olacak, sadece biraz daha umut ve umutları yeşertecek kadar sabır..


Bekliyorum!

9 Nisan 2009 Perşembe

Barcelona Hatırası

Harikalar Diyarı Barcelona'da ünlü La Rambla'da yürüyoruz. İki adımda bir yetenekleri ile büyüleyen, La Rambla'nın ünlü sokak sanatçılarının gösterilerine hayran kalıyoruz. Birden birkaç metre ötede çalan müzik bedenimize hakim olmamızı engelliyor, deli gibi bir dans isteği ve merakla kalabalığı yararak meraklı bakışlara bir çift daha ekliyoruz veee ne görelim, küçük iskelet Elvis olmuş hayranlarına Blue Suede Shoes söylüyor :) Biz gözlerimizi bu sevimli şeyden alamazken kameram da bu eğlenceli ve bir o kadar da keyifli anı kaydediyor. Bu arada tek elle yaptırılan figürlere de hayran kalmamak elde değil. Bu keyfi paylaşmak en güzeli :)

Barcelona ile ilgili yazılar bununla da kalmaz!!



*Çekimi gece yaptığım için görüntü karanlıktı, ama ben biraz üzerinde oynadım. Sevimli iskeleti görmek bu video için yeterli ;)

1 Nisan 2009 Çarşamba

Hak Edilmeyen Değer

"İnsanlara hak ettiklerinden fazla değer vermekten vazgeç artık!" dedi üzüldüğümü gören arkadaşım arkamdan, döndüm "ama ben hak ettiğini düşündüğüm için O'nu sevdim, arkadaş gibi bildim, değer verdim, sohbetler ettim, derdimi paylaştım, güvendim" dedim ve devam ettim "yanılmışım!". Cevap verdi "insanlara hakettiklerinden fazla değer verirsen ya onları kaybedersin ya da kendini mahvedersin!". "Galiba haklısın" Dedim, "ben hem onu kaybettim hem kendimi mahvettim!"

28 Mart 2009 Cumartesi

Çorba ve Kol Kası

Çorba, hayatımda vazgeçemediğim önemli yemek çeşitlerinden biri. Genellikle ana yemek öncesi iştah kapatır diye tercih edilmez, ben ise sıcacık çorbamın keyfini çıkarırım o vakit. En sevdiğim ise mercimek, yoksa ezogelin, yoksa domates! Çorba siparişi ise ayrı bir olay benim için. Genelde garsonun sabırlısı makbuldür ki benim tek bir çorba siparişini dakikalar içinde 100 soruluk bir bilgi yarışmasına dönüştürmemi kaldırabilsin :P Mercimek yeşil mi, ev mercimeği gibi mi, baharatlı mı, içinde kimyon var mı, varsa ne kadar var, yağ var mı içinde, yoksa sonradan mı koyuyorsunuz?, ezogelin acaba nasıl, yalancı mercimek çorbası olmasın, tel şehriye var mı içinde, domates çorbası salça mı domates mi, bakın salça ise anlarım hemen söyleyeyim...gibi :). Tamam biraz hastalıklı ve anormal bir durum gibi görünse de çorba önemli bir yemektir ve özenle seçilip, sıcacık, dumanı üstünde, üfleye üfleye içilmesi gerekir, lütfen kayıtlara geçsin.

Asıl konu ise gecen gün içmek zorunda kaldığım domates çorbası. Tamam biliyorum domates mevsimi olmadığı için domates çorbası içmek pek de mantıklı değil. Mecburiyet anlarında hünerli bir elden salçalı veya konserve kullanılmış olanlarından içebilirim. İçme girişiminde de bulundum. Genelde üstüne rende kaşarla servis edilen domates çorbası, önüme domatesli kaşar çorbası olarak geldi ve ben o anda en önemli durumu garsona belirtmeyi unuttuğumu fark ettmiştim: "KAŞARı az olsun lütfeeeen!!". Ama artık çok geçti. Kaşığımı derinlere her daldırışımda çorba ile birlikte sünerek ilerleyen erimiş kaşar, bana çorbayı bir türlü içirmediği gibi, örümcek ağının nasıl yapıldığını da öğretti. Kaşardan kurtulmak için kaşığımı kasenin kenarına her silişimde tabağın kenarındaki kullanılmamış alanları kullandığım için çorba kasesinin üstü sünen kaşar ağıyla örülmüştü ve yarısına daha gelmeden PES dedim, çorba mı içtim, kol kası mı çalıştım belli değildi :).

Siz siz olun asla bir çorbayı hafife almayın ve garsonunuza danışın ;)

Dip not: <şu durumda bile sağlık kaynağıdır, sağlaması kol kası ;)>

7 Mart 2009 Cumartesi

Müzik Keyfi

Josh Groban'ı Troy filminin sonunda çalan "Remember Me" adlı şarkıyı söylediğini öğrendiğimde keşfetmiştim. O günden beri en yoğun ve yorgun günlerimin tercihidir müziği..Piyano ağırlıklı çalışması da benim için ayrı bir keyif! Listemin içine bir tane JJ Johanson kaçıvermiş, "Alone Again" çok sevdiğim bir parça olduğu için çıkaramadım o da bonus olsun ;) Benim favorim "when you say you love me", bakalım siz hangi parçayı defalarca dinlemek isteyeceksiniz?

Yağmurlu bir güne adanan şarkılar, keyif sizin..

4 Mart 2009 Çarşamba

Anadolu Üniversitesi Caz Kulübü 11-14 Mart'ta 7. Amatör Caz Müzisyenleri Festivali'ni yine yeniden hazırladı ve biz de cazz severler olarak pek bir sevindik :) Festival programı bu sene de keyif verici duruyor, gidip göreceğiz. Özellikle Los Amigos'daki partiyi merakla bekliyoruz :) Festival Programı için şuraya, izlemek için Eskişehir'e buyrun ;)




7. Amatör Caz Müzisyenleri Festivali Başlıyor from Genc Cazcilar on Vimeo.

12 Şubat 2009 Perşembe

"Pick Me!"ciklerden yeni haber vaaar...


"Pick Me!"cikler artık Santralİstanbul içindeki Santral Dükkan'da da satışa sunulmuş.. ;)

Yetmedi mi, güvenilir kaynaklardan alınan bilgilere
göre :) daha da birçok yeri basıp etkisi altına alacakmış, duyurulur..

Pick Me!ciklerin Facebook grubu ve Blogu için de burdan buyrun..!

3 Şubat 2009 Salı

Ne kadar da aptalım...

Güzel bir akşam sonrası çok keyifliyim, saat de epey olmuş.. Evime geldim, hemen bilgisayarımı açtım. Tüm gün görüşememenin heyecanı ve bir an gelen dertleşme isteği ile yanıma gelen annem gününü anlatmaya başladı. Konuşurken yani o konuşup ben dinliyormuş gibi yaparken bir ara başımı bilgisayar ekranından kaldırabilip(!) söylediği bir şeye gülümsedim , göz göze geldik ve dikkatlice ona baktım. O anda farkettim yüzündeki daha da belirginleşen hayat çizgilerini. Bir an öyle belirgin gözüktüler ki gözüme, sanki bir günde ortaya çıkıvermişlerdi ya da daha da kötüsü ben annemin yüzüne uzunca bir süredir ilk kez bu kadar dikkatli bakmıştım. Hayat yoğun, iş, güç, sanal dünya, arkadaşlar, eş, dost, projeler derken meğer ben en değerli varlığımın yüzüne her gün yanıbaşımda olmasına rağmen kafamı kahrolası bilgisayar ekranından kaldırıp uzun uzun hiç bakmamışım.

O an anladım. Ne kadar da aptalım..

15 Ocak 2009 Perşembe

Spoiler vermeyin bana kardeşim istemiyorum!!!

Nedir benim bu bilinçsizce ve bana inat verilen spoiler'lardan çektiğim.. Spoiler değil aslında kızdığım, onu uyarısız veren, vermesiyle de gurur duyan uyuz insanlar!! Kaç film izleme girişimim bu saçma sapan tipler yüzünden heba oldu ve daha kaçı olacak acaba?? Artık film yorumlarını okumaktan korkuyorum öyle ki sinemalar.com da filmin afiş ve bilgilerine bakıp hemen sayfayı kapatıyorum korkudan gözüm kayar da bişey okurum diye. Daha bir ay önce filmin yorumlarına gözatmak isterken, dehşet sonu ile bilinen filmin sonunu kalkıp şaaaaaak diye "katil de uşakmış be" tadında bir yorumla beyan eden arkadaşı hala sevgi dolu sözlerle anmaktayım. Keyif mi alıyorsunuz izlediğiniz film hakkında insanları böyle şoka sokmaktan?? Başka işiniz yok mu sizin kuzum, güzel yorumlar ve tepkiler ile insanları film hakkında etkilemek yetmiyor mu size de hangi duygu yoksunluğunuzu gidermek üzere böyle gariplikler yapıyorsunuz?
Spoiler vermeyin bana kardeşim istemiyorum ayrıca da kınıyorum ve kırmızıyla yazıyorum...!!!!!!!!!!

14 Ocak 2009 Çarşamba

Diplomatım, Diplomatsın, Diplomat..kim olur ki?

E-postama düşenlerden...
Adamın biri Afrika'da safariye çıkarken yanina minik köpeğini de almıs. Minik köpek bir gün ormanda dolasıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kayboldugunu fark etmis. Ne yapacagını düsünürken bir de bakmış ki karsıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyecegini arıyor. "Simdi basim dertte" diye düsünmüs minik köpek. Etrafina bakmis yerde kemik parçalarini görmüs. Hemen arkasını leoparın geldigi yere dönerek kemikleri kemirmeye baslamıs, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çaışıyormus. Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konusmus; ''Ne kadar lezzetli bir leoparmis. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mi?" Bunu duyan leopar bir anda donmus kalmis ve en yakındaki agaca tirmanarak dallarin arasina saklanmis. "Tam zamaninda kurtardim yoksa bu köpege yem olacaktim" diye düsünmüs leopar. Bütün bunlar olup biterken bir baska agacın üstündeki bir maymun olanlari izliyormus. Bildiklerini kullanarak bundan sonra leopardan kurtulabilecegini düsünmüs. Leoparin yanina giderek neler oldugunu anlatmis. Leopar kopegin yaptiklarina çok sinirlenmis ve maymuna "Atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım" demis. Ancak minik köpek neler oldugunu ve leoparın sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklastığını fark etmis. "Simdi ne yapacagım" diye düsünürken kaçmaya tesebbüs etmemis. Bunun yerine arkasını leoparın geldigi yöne dönerek, kemikleri kemirmeye devam etmis. Tam leopar saldıracakken yine kendi kendine konusmus; "Bu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim hala haber yok!"
Diplomasi böyle birsey işte..Yapabiliyorsan; hızlı düşün, sakin ol, güçlü görün, düşmanını kendi silahı ile yen!!
Ah bir de becerebilen olsa...

10 Ocak 2009 Cumartesi

Virgül önemli diyorum sana işte...

Virgüllü ve devrik cümleleri seviyorum tamam mı hatta bayılıyorum. Uzun ve hevesli bir şekilde yazıyorsam da kesinlikle devrik cümleleri usturuplu, virgülleri de abartmadan kullanıyorum. Virgül önemli diyorum sana işte. Ne demek nesi önemli? O bir kere farklı diğerlerinden. Anlatılmak istenenin peşinde değil, onun önündedir hep. O olmadan ne anlatmak istediğin anlaşılır ne de anlatmak istemediğin...Kullanmasını da bileceksin elbet. Bıçak gibi tehlikeli olabilir uygunsuz kullanımlarda. Söylediğin sözleri ileride aleyhine delil olarak kullandırabilir mesela. Agresif bir yanı da yok değil hani; sevgiliden bir tokat, arkadaştan da bir yumruk yedirebilir yanlış yere koyulduğunda. Oku baban gibi (virgül) eşek olma demediler mi sana hiç? Kaldır virgülü, okut babana bak neler oluyor gör sonra. Virgül önemli diyorum sana işte.

Biraz düşün gel, sonra konuşalım ve bence de o rus (virgül) bu çocuğu sever aman dikkat!!

4 Ocak 2009 Pazar

Ne Yaptığınızın Farkında Mısınız?

Aşağıdaki yazı, Ankara'da doğalgaz sızıntısı sonucu yaşamını yitiren yedi genç için yapılan habere olan ortak bir tepkidir. Katılıyorsanız yazıyı kopyalayıp blogunuzda yayınlayabilirsiniz.


Vakit Gazetesi'ne...

Haberciliğin Yansızlık, Duyarlılık ve Etiklik ilkelerini, her şeye rağmen gazeteci kimliğiniz olduğunu düşünerek size öğretmek niyetinde ve zahmetinde değildik fakat gazetenizde yapılan haberler ve habere dayalı akla, mantığa ve vicdana sığmayan yorumlara gazeteci olamasak bile başta “İnsan” oluşumuzdan kaynaklı bir içgüdüyle tepkisiz kalamadık ve bu ilkeleri size büyük bir şiddetle hatırlatmaya karar verdik.

Ankara’da doğalgaz yüzünden ölen yedi genç ile ilgili “İsrail'in Gazze’ye yönelik katliamına rağmen yılbaşını kutlayan duyarsız çevreler, çeşitli rezaletlerin yanı sıra facialara da sebep oldu” ile başlayıp devam eden haber metninizin hangi habercilik anlayışı, ilkesi ve duyarlılığı ile yazıldığını merak ediyoruz. Yaşları 19 ile 23 arasında değişen, hayatlarının baharında yedi gencin doğalgazdan zehirlenerek ölmelerini, alkole, uyuşturucuya, ahlaksızlığa, Filistin’e bağlamanız akıl alır bir şey değil ve hiçbir şekilde dine ya da insanlığa sığmıyor.

Kimse Filistin’de çocuklar ölüyor diye sevinmiyor. Hiç kimse Kuran kursu yıkılıp da altında can veren çocuklara sevinmiyor. Kimse depremde ölen binlerce cana sevinmiyor. Yılbaşı kutlaması ya da değil, alkollü ya da değil, hatta inançsız ya da değil, hiç kimse böyle bir ölümü hak etmez. Dindar geçinen bir gazetenin, inandığı din uğruna bunu söyleyebilmesini beklerdik. Ama siz yaptığınız haber ve yorumlarla, resmen "ölümü hak ettiler, kendi suçları" demeye getiriyorsunuz ve işin esas sorumlularının aranmasına engel oluyor, olaydaki ihmalin göz ardı edilmesine sebep oluyorsunuz.

Ne yaptığınızın farkında mısınız?

O çocukların kim olduğu ve ne yaptığı bilinmez. Önemli de değil, ölüm sebepleri bunlara bağlı değil çünkü. Doğalgaz sızıntısı sizi de uykunuzda yakalayabilir. Ne olursa olsun, ölüm “yaşasın, hak ettiler” denecek bir şey değildir. Bunu demek katillere icazet vermektir. Size göre alkol alan birinin, açık giyinen birinin, kızlı erkekli aynı evde bulunan birinin, bir katilden, bir tecavüzcüden daha ahlaksız olması ne kadar acı.

Sizi, acı bir olay sonucu vefat etmiş yedi genç arkasından geride kalan yakınlarını ve ailelerinin neler hissedebileceğini de düşünemeyerek her türlü akla, mantığa ve vicdana sığmayan yorum içerikli bu haber yüzünden ne çeşit tepkiler alabileceğiniz konusunda bir örnekle defalarca düşünmeye davet ediyor, yedi genç ve aileleri gıyabında şiddetle kınıyor ve bir an önce bir özür metni yayınlamanızı bekliyoruz. Özür dileyeceğinizi umuyoruz çünkü o ailelere bir özür borçlusunuz, bu ülkeye bir özür borçlusunuz.

Ölenlerin her ne olursa olsun, insan olduğunu hatırlamanız ve bu tip bir acıyı bir gün sizlerin de yaşamamanız dileğiyle... Dikkat edin, "yaşamamanız" diyoruz çünkü biz iyiyiz, biz insanız, biz kimse ölsün, evlat acısı yaşasın istemiyoruz!!!

Bir grup iyi “İNSAN”