19 Şubat 2011 Cumartesi

Kararsız kal ama..

Karar verme sürecinde, içine düşülen kararsızlıktan çok hep bir şeye karar verme zorunluluğu bitap düşürüyor insanı. Sorunu tam olarak anlamanın, çözümü bulmaktan daha zor olma garipliği gibi. Kötü ya da iyi ani verilen bir karar sonrasındaki 'geçici' rahatlama hissi de hep bu yüzden galiba. "Bir karar vermelisin!" öğütleri, hangi durumun iyi ya da kötü olduğunun sorgulanmasından önce gelmez mi hep..

Tercihlerinin değil tercih etmediklerinin hayatını şekillendirdiği -ki bu ayrı bir yazı konusu- dolanırken dilden dile, insan ister istemez düşer bir kararsızlık çemberi içine, zorunda hisseder kendini seçenekler arasında kararsızlığa düşmeye. Hep bir zorunlu tutulmuşluk hissi verir karar verme sürecinin beraberinde getirdiği kararsızlık. Sırf bu zorunlu tutulmuşluk hissinin yarattığı baskı ile karar vermeye odaklanıp, asıl sorunun ne olduğu unutulduğunda başlar esas film. Kendi kendine kızar, ne yaptığını sorgular ama bir türlü cevabı bulamaz, boğulur kalırsın. Halbuki dibinde ne olduğunu görmeden karanlık bir kuyuya nasıl atlarsın?

Yapma bunu işte! Ölç, biç, tart ama kendini boğma, boğdurma, zorunda tutma, tutanlardan kaç. Geri çekil, çık çemberin içinden. Bak bakalım nasıl görünüyorsun dışarıdan. Zorunlu kılınmışlıktan kendini sıyırdığın anda su yüzüne çıkman olası.

Kuyunun dibini görmen ve atlamak isteyip istemediğine daha doğru karar vermen de.

Demem o ki,

kararsız kal ama zorunda kalma!