27 Aralık 2008 Cumartesi

Yara Bandı

Gecenin 11 inde, dondurucu soğukta, soğuktan olabildiğince kaçmaya çalışan insancıklara 10'lu paket yara bandını 1 Ytl'ye satmak için ayakta bekleyen yaşlı amcanın bir paket satma ihtimalini düşünmesi midir

hayata bağlılık?
yaşam mücadelesi?
sorumluluk duygusu?

değilse nedir?

düşünüyorum..

18 Aralık 2008 Perşembe

Renklerin Düellosu

Star TV de canlı yayında izlediğimiz Gökçek-Kılıçdaroğlu Buluşmasının Melih Gökçek'in çirkefliğinin hat safhada olduğu kısmıyla ilgilenmeyeceğim, zira bu beklediğimiz birşeydi ve fakat yine de bazen ağzımın, kendisinin sergilediği tavırlara ve pişkinliğine (kendisini tanımama rağmen) büyük bir şaşkınlıkla bir karış açık kalmasına engel olamadım, belirtmeden geçemedim. Gelelim asıl konuya..

TV'de ikisini gördüğümde, dikkatimi çeken ilk şey kravatları idi. Dikkat ettiniz mi seçilen renklere? Bakınız..


"Mavi ve Kırmızı". Renkleri ve asıl anlatmak istediklerini farkettiniz mi?

İnsan duygularının renklerle ifade edilmesinin, bir iletişim biçimi olduğu artık tartışılmaz bir gerçek, her rengin insanlar üzerinde değişik psikolojik etkisinin olduğu da..Genellikle seçim dönemlerinde siyasetçilerin, seçim kampanyaları için ayrılan bütçenin hemen hemen yarısının, giyeceği gömleğin renginden, gömleğin kolunu nasıl kıvıracağına kadar verilecek mesaja göre karar veren iletişim danışmanlarına gitmesinin de en önemli sebebi beden dili ve özellikle seçilen renklerin insan psikolojisini büyük ölçüde etkileme gücü ve altında barındırdığı simgesel anlamlar.

Bakınız Kılıçdaroğlu'nun düelloya çağırdığı Gökçek, hakkındaki yolsuzluk iddialarına, pişkin ve manasız gülümsemelerinin yanında (ki onların altında da psikolojik etkiler yatmakta) kendisi için tercih edilen mavi kravatı ile cevap vermeye çalışmış çünkü mavi iletişimde güvenin, rahatlık ve huzurun rengidir. Aslında Gökçek şunu demek istiyor; akıl almaz ve alelade de olsa hakkımda yapılan yolsuzluk iddialarına inanmayın, bana GÜVENİN! ama renkler ilahi bir etki yaratamıyor ve bu sefer beden dili ele veriyor kendisini, aslında hiç rahat ve huzurlu olmadığını sinirini yatıştırmak için kullandığı manasız gülümsemelerinden anlayabiliyoruz, ee renklerin gücü de bir yere kadar tabi!

Bakınız Kılıçdaroğlu'na. Seçilen renk, iletişimde etkisi en kuvvetli renk olan kırmızı. Kırmızı renk aktif, girişken, önderlik, zafer ve güçlülük özelliklerini temsil eder. Yıkıcı bir görünüm sergilemek isteyen Kılıçdaroğlu iddialarına ve belgelerine kırmızının gücünü de katmak istemiş anlaşılan. İddiaları savururkenki sakinliğini de kırmızının hareket ve kışkırtıcılık özellikleri ile biraz olsun kırmadı mı sizce?

Uğur Dündar'da tarafsız bölge olmasının (aslında öyle olmadığı açık olsa da) verdiği sorumlulukla belki de erguvan kırmızısına yakın ve oldukça yumuşak tonda bir kravat seçerek ağırbaşlılığını ve dengeli olma özelliğini desteklemek istemiştir :)

Oldukça rahatsız edici ve tartışma denemeyecek kadar kötü bir programdan elde ettiğim zevkli çıkarımlardı bunlar...

Paylaştım mutluyum :)


13 Aralık 2008 Cumartesi

Gerçekte Kim Yalancı, Erkekler mi Kadınlar mı?

Cem Yılmaz’ın son gösterisinde savunduğu Yalancılık konusundaki teze çok gülmüştüm, sonrasında düşününce hakkaten ama ya doğru, olabilir dedirten bir şaşkınlık geldi aniden bana (gülerken düşünmek). Birkaç dostla yapılan tartışma sonucunda olabilirliği hakkında düşünülmesi gerektiğine karar verdik ciddi ciddi. Konu şu ki - izleyenler hatırlayacaklardır-, Yalancı kime denir ya da Erkekler mi daha yalancıdır yoksa Kadınlar mı? Genelde hep yalan söylemeye daha yatkın olarak atfedilen erkek bünyesi, erkekler yalancıdır yaftasını çoktan kazanmışken, Cem bu noktada şunu diyor; "Yalancı kime denir?", sonra devam ediyor; yalan söyleyemeyen insana yalancı denemez çünkü yalan söylediği ortaya çıkmışsa zaten söyleyememiştir ve doğal olarak yalancı olmaz :) Yalancı, söylediği yalan ortaya çıkmayana, yalanı işe yarayan ve farkedilmemesini başaran insana denir ki o zaman da yalan söylediği farkedilmediği için yalancı olması gerekirken yalancı olarak anılmaz çünkü yalan söylediği bilinmez. Erkek de öyle bir varlıktır ki yalan söylemek istese bile yalanı hemen ortaya çıkar, yani söyleyememiş olur bu nedenle de bu teze göre yalancı olamaz . Kadınlar ise buna göre, tam tersi o kadar ayrıntılı düşünürler ve planlarlar ki yalan söylediklerinde hiç anlaşılmaz, farkedilmez, yalan söylendiği ortaya çıkmadığı için de doğal olarak yalancı olarak bilinmezler. Aslında yalancı olan kadınlardır.
Bayanların “Hadi yaa??”, erkeklerin " Kesinlikle öyle!!" dediğini duyar gibiyim.

Sizce durum ne? Gerçekte kim yalancı, kadınlar mı erkekler mi? (tabiki genelleme yapmak hiçbir durumda doğru değil ama hep de düşünmeyelim canım düşünürken de gülelim :) )


Yalancı kim :) ??

3 Aralık 2008 Çarşamba

Kuş gibiyim kuş...

Uzun, yoğun, yorucu bir çalışma ve heyecan dolu bir sunum sonrası kuş gibiyim. Eve kapanmalar, dünyadan kopuşlar, düşünceli arkadaşlardan gelen zamansız gezme tozma istekleri (başka zaman bulamamışlar gibi!!), ee gidemeyince off'lamalar, "herkes geziyor ben ne yapıyorum"lar, uykusuz geceler, nescafe ve tüm makarna üreticilerinden komisyon talep etme düşünceleri, kağıtlar, kalemler, FF, sanallık ve fiziksel gerçeklik...arada da yalnızlık dolayısıyla çamaşır ve bulaşık!! Makarnadan gına geldiğinde yemek desteği için Yemek Sepeti'ne koca bir teşekkür, sizi seviyoruz :)! Koca bir buçuk haftamın özeti bu, şimdi ise öyle rahatladım ki..Öyle ki sunum bitip, sonrasında derin bir "ohhh" çektikten sonra bir an kalakaldım, eee şimdi ne yapacaktım? Bir buçuk hafta öyle bir odaklanmıştım ki duruma, hayattaki tek hedefim en zor hocamın dersine, bir yüksek lisans öğrencisine yaraşır bir seminer raporu ve sunumu hazırlamak ve yüzündeki memnnuniyeti görebilmek olmuştu adeta. Herşey bittiğinde ise benim için hayatın amacı da bitmişti bir an sanki, gayet saçma görünse de o anda hissettiklerim tam olarak buydu! Sonrasında çok değerli dostlarla, çok keyifli geçirilen bir akşam ve kutlamadan sonra anca kendime gelebildim, şoktan çıkmıştım, evet gerçek hayat ve hedeflerim yine yeniden benimleydi. Birkaç hafta bilgisayar ve türevlerinden uzak durma düşüncem tabiki teoride kaldı. Ama yapmaktan ısrarla vazgeçmediğim bir isteğim vardı o da sinema salonlarnıda sabahlamak..Bu sefer şans benimleydi, isteğimi yerine getirebilmem için herşey fazlasıyla mevcuttu, hemen randevuları ayarladım. Mustafa'nın vizyona girmesiyle arada kaynayan Devrim Arabaları, üniversitemin güzide sinema salonunu bir haftalığına kapatmış, mutlu mesut perşembe akşamımı ona adadım. Araya bir animasyon harikası alayım dedim ve cumartesi 19.30 a Madagaskar 2'ye söz verdim. Güldüm eğlendim hadi biraz da macera yaşayayım dedim Burn After Reading ile bayramın ikinci günü saat 17.30 da sözleştim. AROG'u bekleyemem araya bir film daha girer dedim, perşembeye Quantum of Solace'a çok istekli olmasam da radevu verdim ve son olarak AROG ile haftayı mutlu mesut bitirmeye bir hayli istekliydim, torpil yaptım ona cuma tüm günümü ayırdım.

Ohh hepsinin gönlünü (en başta kendiminkini) yaptım, asıl şimdi çok rahatım.

kuş gibiyim kuşş.. :)

20 Kasım 2008 Perşembe

Buyrun burdan dinleyin!!

Çok keyifli, eğlenceli ve yerimizde duramadığımız bir konserdeydik bu gece ve bir kez daha anladım ki müzik denen ilahi şey ruhumun gerçekten en önemli gıdası!Bu gece bu şarkılarla ruhum dinlenmeye vakit buldu adeta, çok sevdim ben bu işi çok..Hemen listemi yaptım ve paylaştım, aynı zevki tadın ve keyfi yaşayın diye...
Şarkıları söylemedim süprizzzz!!

Buyrun burdan dinleyin!


14 Kasım 2008 Cuma

Çellistanbul ve zevkten dört köşe olan ben...

Dört genç ve başarılı viyolonsel sanatçısı Çağ ERÇAĞ, Melih KARA, Ozan TUNCA, Murat BERK'ten oluşuyor Çellistanbul. Festival kataloğunu elime ilk aldığımda dikkatimi ilginç fotoğraflarıyla çekmişlerdi zaten, farklılıkları bununla kalmamış, öyle bir sahne hakimiyeti ve tarzı yaratmışlar ki hayran kalmamak elde değil. Hepsi birbirinden yetenekli ve işlerini çok sevdikleri her hallerinden belli. Çağ Erçağ Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nın solo viyolonselcisi hali hazırda, Murat Berk de Erçağ gibi Borusan Filarmonide ve ayrıca İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nda görev yapmakta. Sevgili Ozan Tunca ve Melih Kara da Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda öğretim üyesi. Konserin Bach ve Schubert'li kısımlarının yanı sıra en çok ben tarafından beklenilen parçaları Aşık Veysel'in Uzun İnce'si, Metallica The Unforgiven ve Astor Piazzola Liber Tango idi ve beklentilerimin hayli üstünde bir performansla herkesi hayran bıraktılar. Sırları da şuydu ki çalarken o kadar zevk alarak, içten, gülümseyerek çalıyorlardı ki adeta parçaları gözleri kapalı hissediyorlardı ve biz de seyirciler olarak o elektriği fazlasıyla aldık onlardan. O kadar çok keyif aldım ki, yoğun ve biraz da karmaşık geçen son bir ayımın yorgunluğunu üstümden şöyle bir sıyırıverdim. Turnelerine devam edecekler bildiğim kadarıyla, eğer gözünüz bir yerlerde afişlerine veya isimlerine takılırsa mutlaka gidin ve keyifle izleyin..

4 Kasım 2008 Salı

"Bir Mesaj Alındı!!"

Saat: 00:00,

Gelen kutusu* Yeni mesaj * Nursel:

"Bundan 8 yıl önce seni tanımaya yeni yeni başladığımda bu arkadaşlığın dostluk kıvamına gelip, tadından yenmez olacağını yürekten hissetmiştim. Hayatımın her dönemecinde bana eşlik ettin, her zorlukta beni cesaretlendirdin, yılmamı engelledin, zaman zaman hayatıma bakışımı değiştirdin. Mutluluğuma en çok sevinenlerdendin sen!! Aynı karede iken bile birbirimizi göremedik bazen, ama sınırlar hiçbir zaman olmadı bizim aramızda, tek telefon yetti yanımda olup bana eşlik etmen için! Ha bir de muhteşem keyifli geyik diye tabir ettiğimiz, saatlerin yetmediği muhabbetlerimiz...ne güzeldir beni kızdırdığında sana gerçekten kızıp surat asmak ve seni sinir etmek:) ! Erkekler marstan kadınlar venüsten tezini doğrulayan kapışmalarımız, abartmalarımız, kahkahadan kopuşlarımız, sayısı her görüşmemizde değişen kız arkadaşların(yazmadan edemedim :)) ve benim bu konuya olan gülünesi bakış açılarım...Ne keyiflidir hepsi. Bunlar hiç bitmesin dostum (kızlar kısmı bitsin tabi), hep sürsün ve hep mutlu olalım birlikte nice mutlu doğum günlerinde..."

Yarın (okuduğun an itibariyle de bugün) 5 Ekim, yani doğum günün ve benden sana bir blogger süprizi.. Doğum gününün ilk dakikalarında bu yazıyı okumuş olacak, kesin gözlerin dolacak, Beşiktaş'ın (!) ve kadının üstünlüğünü sonunda kabul edip süpriz nasıl yapılır yine yine yeniden görmüş olacaksın :)

Canım dostum, arkadaşım, kardeşim Egemen, İyi ki Doğmuşsun!!

Doğum günün kutlu olsun..!!

30 Ekim 2008 Perşembe

"Mustafa"



"Eylül 1938, Atanın durumu ağır, Dolmabahçe Sarayındaki odasında bilinci kapalı yatıyor. Bir ara kendine geldiğinde yatağının karşısındaki duvarda asılı duran tabloya takılıyor gözü, Dört Mevsim adlı bu tabloyu doğup büyüdüğü rumeli topraklarına benzetiyor. Başucundaki Afet İnan'a "Oraya gidelim Afet diyor, herşeyi bırakalım, şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda, çekip gidelim ormanlara, hele ben bir iyi olayım da..."


..ve beyaz perdede bu sözlerle başlayan "Mustafa" yine bu sözlerle ve eşsiz müziklerle son buluyor. Tüylerimiz diken diken adeta, boğazımıza düğümlenen şey çözülemiyor bir türlü, salon hınca hınç dolu ve herkes ayakta alkışlıyor O'nu, "Mustafa" sahnenin önüne kadar gelip eğiliyor ve selamlıyor bizi, ışıklar açıldığında herkesin gözleri buğulu ve bir o kadar da gururlu...Yitip gidene değil aslında bu gözyaşları, O'nun akıl almaz, engel tanımaz kararlılığı, hayranlık uyandıracak güçü ve eşsiz zekası, iliklerine işleyen bağımsızlık sevdası ve bir ulus yaratma konusundaki yine akıl almaz azmi, cesareti ve korkularına...

Beni hatırlayınız!! sadece bir istek değil aynı zamanda bir uyarı bize, dayatılana boyun eğmemeyi, yoktan var etmeyi, azmi ve ötesini, çaresizliğin yanında umudun ve istenilenin her zaman en değerli olduğunu, yaşanılan bu toprakların nasıl yaşanılabilir kılındığını, istenirse imkansızın bile başarılabileceğini hiç unutmayalım diye...

Elinize ve yüreğinize sağlık Sayın Can Dündar ve Ekibi...

Teşekkürler "Mustafa"...!

29 Ekim 2008 Çarşamba

Hocam, sen virüs nasıl yayılır bilir misin?

4 Perdelik Trajikomedi
Perde 1
"Tüm Kapatmalar Hukuka Aykırı isimli" yazı Leeds Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yaman Akdeniz ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, İnsan Hakları Merkezi üyesi Kerem Altıparmak tarafından yazılmış ve 20 Ekim'de bianet'te yayınlanmıştı. Oktar'ın bugüne kadar aynı gerekçelerle Silivri ve Gebze mahkemelerine yaptığı başvuruların sonucunda 61 sitenin erişime kapatıldığını hatırlatan Akdeniz ve Altıparmak, bu durumun mahkemelerin yorum yöntemlerini kullanmasıyla ilgili bir sorundan kaynaklandığını belirtiyordu. Buna göre, 5651 sayılı "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun"u es geçen mahkemeler, hakaretle ilgili diğer düzenlemeleri uyguluyor. Oysa, konuya ilişkin özel bir düzenleme getiren 5651 sayılı kanunun uygulanması gerekir. Bu kanunda da sitelerin erişime kapatılması gibi bir düzenleme bulunmuyor. Akdeniz ve Altıparmak, hali hazırda kapatılacak siteye kapatmadan önce savunma hakkı verilmediğine, birçok durumda kapatmaya gerekçe gösterilmediğine de dikkat çekiyordu.
Yazının tamamı için

Perde 2
A.O ve avukatları Bianet'e, aba altından soba gösteren bir tehdit mektubu yollarlar, ki bu mektubun tarzı yaklaşık şöyledir: "Sitedeki, müvekkillerim ile ilgili söz konusu hukuka aykırı
yayınların 24 saat içinde yayından çıkarılmasını talep ediyor, aksi halde bu yayınların kaldırılması amacıyla mahkemeye başvurmak zorunda kalacağımızı ihtaren bildiriyoruz. Benzeri durumda, Türk Mahkemeleri başta wordpress.com, richarddawkins.net, egitimsen.org.tr ve
groups.google, gazetevatan.com sitesi olmak üzere çok sayıda internet sitesine Türkiye'den erişimi yasaklamışlardır. Bu nedenle milyonlarca kişi halen bu sitelere Türkiye'den ulaşılamamaktadır."
Yazının tamamı için

Perde 3
Bianet bu tehdite aldırmaz, avukatlara sorar, ilgili yazıda hakaret
içeren hiçbir şey olmadığını vurgular, bir de utanmadan "kapamıyoruz"
diye bir yazı koyar ana sayfasına.
Yazının tamamı için

Perde 4
Ama işte internet öyle bir şeydir ki, okunmasını istemediğiniz yazılar
bile, bir bakarsınız bloglarla, gazete yorumlarıyla, facebook'la,
email gruplarıyla, ekşi'de, sosyomat'ta, wiki'de, bigu'da,
friendfeed'de, twitter'da ve daha binlerce sosyal platformda birden
yayılıverir. Bu bilgi çağında bilgiye erişimi engellemek zor be hocam,
ne yaparsın.

Ha bir de, tdk.gov.tr katkılarıyla bilginize sunarız:
Eleştiri - is. 1. Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış
yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit.
Hakaret - is. (haka:ret) 1. Onur kırma, onura dokunma. 2. Küçültücü
söz veya davranış.

Sansüre Sansür Hareketi
http://www.sansuresansur.org

28 Ekim 2008 Salı

Bedava Digiturk İzle, Bedava Film İndir

Sayın DigiTurk PR Departmanı Yetkilisi,

Ticari kaygınız nedeniyle istemeden ve farkında olmadan pek çok blog yazarının kişisel özgürlüğünü elinden aldınız. Bunun beklenen sonucu olarak, an itibariyle, pek çok blog yazarı hem ailelerinin hem de dostlarının Digiturk aboneliklerini iptal ettirmeyi düşünüyor. (Hatta ettirdik bile!!)

Müşteri kitlenizin en üst tabakasında yer alan, sinema paketleri ve yabancı dil kanallarının izleyicilerinin aynı zamanda Türkiye’de en aktif blog kullanıcıları olduğu gözünüzden kaçmaması gereken bir gerçek. Marka imajınızın özellikle A+ grupta yerin dibine geçtiğinin ve geçmeye devam ettiğinin bilincinde olmalısınız.

Eğer markanızı düşünüyorsanız, ve bu yaptıklarınızdan dolayı üzgünseniz size Sansüre Sansür hareketine ana sponsor olmayı öneririm: http://sansuresansur.org/

Saygılarımla,

22 Ağustos 2008 Cuma

yiğitsin aynı zamanda da özgür..:))

en güldüğüm.. :))

Kıssadan Hisse...

kıssadan hisse Aziz Nesin'den!
'1934 yılında soyadı kanunu çıktı. her türk kendine bir soyadı alacaktı. Herkes kendisine soyadını kendisi seçtiği için insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı. Dünyanın en cimrileri 'eli açık' , dünyanın en korkakları 'yürekli' , dünyanın en tembelleri 'çalışkan' gibi soyadları aldılar. Bir mektup yazabilecek zamanda ancak imzasını atabilen bir öğretmenimiz kendisine 'çevikel' soyadının almıştı. Irkçılığın yayıldığı günler olduğundan, özellikle türklüğü karışık olanlar ırkçılığı anlatan soyadlarını kapışıyorlardı. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime 'nesin' soyadını aldım. Herkes nesin diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim. '

18 Haziran 2008 Çarşamba

17 Haziran 2008 Salı

çelişki....

Bu fotoğrafı İstanbul'dan trenle dönerken (çok kızgın bir şekilde) çektim. Fotoğrafta bir anormallik yok elbette (hatta gayet güzel başarılı :P) anormallik T.C. Devlet Demiryolları treninde koltuğun arkasında yolcularının okuması ve tren yolculuğu ve magazini hakkında biraz okusun, görsün geçirsin diye koyulan derginin adının RAILLIFE olması!! Bu ingilizce özentiliği bu noktaya kadar sıçramış mıdır? Neden RAILLIFE da Yolculuk Treni değil mesela ya da Türkçe bir kelime ha neden?? T.C. demiryolları halk trenine sen ingilizce kapak ismi olan dergi koy, sonra da milli eğitim bakanın türkçemizi yabancı kelimelerden arındırmalı, saflığını korumalıyız diye Türkçeyi savunsun...

Ahh ülkem vah ülkem...bu ne yaman çelişki...!!

22 Nisan 2008 Salı

Adam Fawer'dan yeni kitap gelmiş haberim yok...



Yaşamınızın kontrolü sizde değil!
Öyle olduğunu düşünebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz.
Elbette ki kendi kararlarınızı kendiniz vermekte özgürsünüz.
Bu kitabı kapatabilirsiniz.
O sandalyede oturmaya devam edebilirsiniz.
Ya da gözlerinizi oymak gibi çılgınca bir şey yapabilirsiniz.
Ne isterseniz yapabilirsiniz.
Ama sorun şurada: Ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz.
Her davranışınızı önceden belirleyen arzularınız ruhunuzun okadar derinlerine işlemiştir ki, onlara dikkat bile etmezsiniz.
Ve bu da sizi mükemmel bir köle yapar.
Bu nedenle, hayatınızı yaşamaya devam edin. Ne isterseniz yapın.
Sadece 'isteklerinizin' tümüyle sizin kontrolünüzde olmadığı gerçeği üzerine kafanızı çok fazla yormamaya çalışın.



Kitabın adı EMPATİ, A.P.R.I.L yayınevinden çıkmışş taaa ne zaman önce... kapağı da en az Olasılıksız ınki kadar hoş ve ilgi çekici!! Üstteki yazı ise kitabın içerik tanıtımında yer alan yani kitabı pazarlayan cümleler ...bunlar bile kitabı okumam konusunda şiddetli ve yoğun bir his ve istek uyandırmakta bende!! Olasılıksız 'ı elinden düşürememiş ve her sayfasını keyif ve merakla çabucak bitirmiş ve bittiğinde çok üzülmüş bir kitap okuru olarak, bu kitabında en az onun kadar keyifli olmasını umuyorum. Aslında ummuyorum eminim. . .Empati süper okumak için sabırsızlanıyorumm =)




23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI...

Bayrama dair bir Yılmaz ÖZDİL yazısı... (Hürriyet 22 Nisan 2008 Salı)

Çocuk Mustafa



Bilgisayarı olmadı.

Mustafa Kemal’in...


İnternete giremedi.

iPod’u olmadı.

Televizyon görmedi.

Çizgi film seyredemedi hiç.

Spider Man’i tanımadı mesela.

Legosu olmadı.

Futbol topu olmadı.

Basketbol oynayamadı.

Spor ayakkabı bile giyemedi.

Cep telefonu yoktu.

Kısa mesaj atamadı.

Hesap makinesi kullanamadı.

Anaokuluna gidemedi.

Okul servisine binemedi.

Atlıkarıncaya da...

Tommiks okuyamadı.

Kokulu silgisi yoktu.

Halbuki o da çocuktu...

Cola tadamadı.

Cips yiyemedi.

Beslenme çantası olmadı.
*
Çocukluk fotoğrafı yok.

İçime hicrandır...

Yaş günü bile yok.

Bilmiyoruz ne gün doğduğunu.
*
Bugün çocuklarımızın sahip olduğu hiçbir şeye sahip değildi, çocuk Mustafa Kemal...

Ama, hayalleri vardı.

Dünyada başka hiçbir milletin çocuklarında olmayan bir hediyeyi verdi, bizim çocuklarımıza...

Yarın, 23 Nisan.
*
Boşverin, basmakalıp törenleri, bayat mesajları, ruhsuz konuşmaları, boşverin...

Hayalleri var mı çocuklarımızın?

18 Nisan 2008 Cuma

üstün yetenek laylirii laylirii layliriiii alphan =)

canım askım bebeğim bitanecik teyzoşunun biriciki yeğenim alpiiiii maaşallahhh maşallaaaaah kuzu bu kuzuu =)

17 Nisan 2008 Perşembe

Santralistanbul biz geliyoruz...

evet evet İstanbul'a gidiyoruz, Ebru hocamın müthiş gayret ve sadece "gidiyorsunuz!!" ric-aasıyla =) Santralistanbul'a Modern ve Ötesi sergisine cuma gece itibariyle gidiyoruz... valla heyecanlı değilim desem yalan olur ya çooook heyecanlıyım yahuuu ama uyumam lazım galiba!! bu heyecanda sevgilicağızımın da payı büüyüük tabi zira birlikte düşmekteyiz Santralistanbul yollarına=) ama bir eksiğimiz var ki dehşet üzgünüz...=( artık telefonla desteğini alıcazz!! ŞİMDİDEN İYİ YOLCULUKLAR KENDİMİZE...=))

10 Nisan 2008 Perşembe

PİCK ME buy me love me and enjoy with me... =)











Bunların hepsi süper =) PİCK ME koleksiyonunu duymayanlar, toplum içerisinde ve arkadaş arasında daha fala aşağılanmak istemiyorsanız hemen okuyun=) PİCK ME yüzük ve artık kolyeleri ile ÜNLÜ Tasarımcı Sadi Tekin tarafından tasarlanan ve piyasaya sunulan muhteşem şeyler... fotoları da koydum şöyleee ohh ben kedi, melek ve kolyeye torpilli olarak =) en önce sahip olmuş sahip şanslı insancıklar içindeyim ayrıca bir de kamasutra koleksiyonu var şahane =) Yeni kolyeler de süper daha ne olsun, farklı olmak isteyen herkese PİCK them BUY THEM love them and enjoy with them =) PİCK MEcikler İstanbul BlissKiss Nişantaşı mağazasında, Ankara BlissKiss Karum ve Kanyon Alışveriş Merkezi'ndeki Karınca mağazasında sizi beklerler =) pek yakında da koca koca İstanbul Modern'de yaaa yaaaa =)
Yoksa siz hala annenizin yüzüklerini mi kullanıyorsunuz....?? ayıp ayıp =)

BOOK CROSSING- serseri kitaplar

ÇOK GUZEL BIR UYGULAMA Book Crossing Amerika'daki yeni bir moda. Birtakim mechul kisiler, kamuya acik yerlere bir takim kitaplar birakiyorlarmis. Diyelim bir parka gidip bir banka oturuyorsun, bankta bir kitapla karsilasiyorsun. Mahallede yasayan bircok kadinin ortaklasa kullandigi'camasir yikama merkezine' gidiyorsun, makinelerdenbirinin ustunde bir kitap. Trene biniyorsun, aaaaa koltugunda bir kitap bulunuyor. 'Marketten' alisveris ederken elini atiyorsun, birisi biskuvi paketleriyle cips paketlerinin arasina bir kitap yerlestirmis. Telefon kulubesine giriyorsun, telefonun yaninda bir kitap... Define bulmak gibi! Roman, siir, oyku, deneme, artik bahtina ne cikarsa...Bu moda Italya'da ve Fransa'da da yayilmakta. Kitabi birakan kisi kimligini gizli tutuyor, kitabin parasini da helal ediyor. Tek ricasi var, siz de okuduktan sonra buna benzer bir yere birakin da baskalari da yararlansinlar. Fakat bunu baslatan kisi belli: Ron Hornbaker adinda, Missouri eyaletinden birbilgisayarci.Bu olaya 'BookCrossing' deniyormus. 'Kitapgezdirme' diye mi tercume edelim..Fransa' da boyle 'crossing' yapan dokuz bin kisi varmis daha simdiden, ortalikta dolasan serseri kitap sayisida on bini gecmis...Bu nedir biliyor musunuz arkadaslar? Bu bir cesit'okuma ve okutma kampanyasidir' .Paylasmaktir ve basli basina bir projedir.
http://www.bookcrossing.com/
eveeet gelelim memleketime, Türkiye'de oluyor mu hiiç bilmiyorum hele İstanbul gibi bir ortamda nasıl olur onu hiç bilmiyorum( KEŞKE OLABİLSE). Çok pesimist bir bakış açısıyla bakıcam elimde değil ülkemde olsa olsa o bırakılan kitaplar üç güne kalmaz satılır ee paranın ne önemi var önemli olan miktarı dimi ama :SS adam yemeğe ekmek bulamıyor bir baksın ne görsün parkta bir kitap aaaa daha ilerde bir tane daha yaa süper ya hııım ben bunu en iyisi satıım zaten ülkede kitap fiyatları da almış başını gitmiş korsandan satarım paramı da alırım çok güzel bir şeymiş bu book crossing çoooookk, ahh memleketim vah memleketim!!

8 Nisan 2008 Salı

yeniden orda olmak istiyorumm.. :(((

Gittik gördük şimdi de yazıyoruz yeni ben yazıyorum =)

ÇESKY hatıRası... :)))

Çek Cumhuriyeti'nde Almanya sınırına çok yakın (yaklaşık 1 saat hattta daha az) küçücük bir köy ÇESKY KRUMLOV burası...(ayrıca sinemaseverlere HOSTEL adlı psikopat derecede korkutucu filminin çekildiği mekan olarak tanıtabiliriz). Unesco tarafından koruma altına alınan yerlerden birisi, gezdiğimizde neden koruma altına alındığı açık seçik görünüyor...



alttaki aynı sokağın bir gece önceki karsız hali, üsteki de sabah kalktığımızda bize büyük bir süpris yapan karın aynı sokakta bıraktığı muhteşem etki...


sokaklar daracık, arnavut kaldırımı.. hayalimdeki üçgen çatılı evler bu kez her yerde, küçük renkli vitrinleriyle pastane ve sıcak şaraplarıyla ünlü cafeler, evlerin çatıları kadar pencereleri de harika!! ışıklandırmalar la gündüz görüntüsünden çok daha güzel ve geceleri çok sakin...

köy sekiz sayısının şeklinde bir nehrin ortasında bulunuyor, sekizin yuvarlak bölümlerini köy dışını nehir olarak düşünün...ve o tertemiz nehirde bir tek çöp bile yook...

gittik gördük buyrun bu da kanıtı:P


hayalimizdeki yaşlanılası yer....

1 Nisan 2008 Salı

Haybeden gerçeküstü AŞK ve diş ağrısı. . .

Kanal tedavimin ikinci ve sözüm ona SON seansı için doktoruma gittim bugün ama sonuç büyük bir hayal kırıklığı ve beraberinde çenemin sol tarafındaki dehşet ağrı idi çünkü tahmin edilenden 1 mm daha fazla derine inilmiş ve diş iltihaplı olduğundan tek seans tam olarak başarılı olamamış, bana üçüncü kez dişçi koltuğu görünmüştü :(. Hayır yanlış anlaşılmasın korktuğumdan değil aksine doktorumu da şaşırtacak kadar sakin, belki de sinir bozucu, dişçi koltuğunda dişi oyulurken çalan müziğe ayağını dişçi koltuğunu hafif hareket ettirecek biçimde sallayıp eşlik eden ve ağzındaki aletin vııııııııız diye çıkardiğı iğreenç ürkütücü sesi bile kendi mırıltısıyla müziğin ritmine uyduran ender hastalardanmışıım ben (yeni öğrendim:)) amaaaa ama bu sefer ben bile çok acı çekmiştim (acının normal bir insandaki şiddetini siz düşünün) , çünkü dişim uyuşturulmadan oyulmuştu berbattı yani :S. Ağrılı ve can sıkıcı bir günden sonra (iyi ki sevgilim yanımdaydı zira nazımı çekicek biri lazımdı o sıra) ben kafamı öne eğmiş somurta somurta ve ahhhh ahhlar çekerek durağa doğru giderken vcd dükkanının önünden geçtik ve ben izlerken karşısında uyuyakalmalık bir film almaya karar verdim ve ağrımla birlikte daldım içeri!! kimlik bırakıp bırakmama kararsızlığımızdan sonra sevgilimin büyük bir cesaret ve yine o müthiş kararsızlığımın verdiği sinirle :) "offf tamam ben bırakırım sen al" serzenişiyle bir film almaya yarım saat sonra karar vermiştim :) Bir baktım ne zamandır aklımdaki oyun "Haybeden Gerçeküstü AŞK"..BKM'deki oyunlarından sonra Vcd olarak piyasaya sürülmüştü, ama diğer filmlerden hiç sıra gelemedi izlemeye. Bu sefer hiç düşünmeden aldım ve Yılmaz Erdoğan Demet Akbağ ikilisinin dişimin ağrısını unuttabilecekleri inancı ve mutluluğuyla evimin ve sıcacık yatağımın yolunu tuttum..Hemen koydum ve izlemeye başladım ama ne oldu?? uyuyakalmalık film işi yalan oldu ben hiiç uyuyamadım:) hem gülmekten hem de şoktan!! bir ilişkide olan biten herşeyi aynen kaleme almış Yılmaz Erdoğan, izlerken yuuuh bu kadar mı aynısı olur demekten kendimi alamadım gerçekten eline ve aklına sağlık..aytaçın çok kulaklarını çınlattım yanii:) ve bittiğinde dişimin ağrısı gerçekten hafiflemişti gülmek mutluluk hormonu salgıladı galiba!! izlemediyseniz Şiddetle yeni bir tavsiye daha size, Haybeden gerçeküstü AŞK harbiden Gerçek ve bira zipucu vermek gerekirse biraz brokoli tadında:) ..

- Benimle sonuna kadar var mısın aşkım?
- Varım aşkım
- Benimle evlenir misin?
- Evlenirim aşkım
- Biraz daha brokoli?
- Yiyelim aşkım...

30 Mart 2008 Pazar

Bu adama dikkat... (!), Nihat Sırdar ve Alem Fm...

Bu adamı her sabah 7:00- 9:00 da Nihat'la Curcunayla ve her akşamüstü 17:00 -19:00 da Nihat'la Sivrisinek adlı radyo programlarıyla Alem fm den (eskiden Best Fm deydi) dinleyebilirsiniz zira şu ana kadar dinleyemediyseniz çok yazık hemen bir yolunu ve zamanını bulup bu eksiği giderin!! Özellikle sabah işinize veya okulunuza giderken dinleyebileceğiniz, dinlerken gündeme ve yaşadığımız ülkeye dair çok şey öğrenebileceğiniz, yorumlarınızla katılabileceğiniz, içinizdeki muhalif ruhu ortaya çıkarabileceğiniz, eğlenceli ve bir o kadar da eleştiri düzeyi oldukça yüksek bir program...yalnız dikkat edin Nihat Sırdar dinlerken yolda kendi kendinize aniden gülmeye başlıyor ve çevrenizdekilerin garip bakışlarıyla karşı karşıya kalabiliyorsunuz, aman dikkat deli damgası yiyebilirsiniz benden uyarması :)) bir kere dinleyin ve kararı siz verin.. gerekli ön bilgi http://www.nihatsirdar.com/

FİONA APPLE seviyormuşum seni yahuuu..:))))



Bu kadın bir harika yahu ben nerelerdeymişim müzik listelerimde alt sıralarda kalmış yazık hemen çıkardım tozlu rafından (tozlu raf dediğimde bilg.daki liste yahu:)) ve hepsini hepsini dinledim şarkıların, hele bir If WE KİSSED diye bir parça var acayip(!), Sally's song şarkısının da hem kulağa hem göze hitap etsin diye videosunu ekledim şöyyle arkanıza yaslanın ve şarkıyı bir de videosuyla dinleyin sözlerine de dikkat edin... (nursel sen çok eskilerde kalmışsın diyenleri duyuyorum ama eski bazen iidir ii:))

27 Mart 2008 Perşembe

yüzük parmağı deyip geçmemeli..!!

Yüzüğü hangi parmağımıza taktığımızı biliyoruz ama neden o parmağa taktığımızı bilmiyoruz, bilmiyoruz değil mii:))?? sizi bilmem ama ben bilmiyordum taa kii sevgilim bugün bana anlatana kadar..küçük bir testle nedenini anlamak mümkünmüş hadi siz de yapın. Baş parmak anne ve babanızı; işaret parmağı kardeşlerinizi; orta parmak kendinizi; dördüncü parmak yani yüzük parmağı eşinizi; küçük parmak da çocuklarınızı temsil ediyor. Şimdi ellerinizi yukarıda bulunan pozisyondaki gibi birleştirin. İlk olarak anne ve babanızı kendinizden ayırın yani başparmaklarınızı birbirinden ayırın. Gördüğünüz gibi anne ve babanızdan belli yaşa geldikten sonra ayrılabiliyorsunuz. Sonra tekrar birleştirin. İkinci olarak kardeşlerinizi yani işaret parmaklarınızı biribirinden ayırın. Kardeşlerden de ayrıldığınızı görüyorsunuz. Tekrar birleştirin. Orta parmak kendiniz olduğunuz için dokunmuyorsunuz. Son olarak serçe parmakları yani çocuklarınızı ayırmaya çalışıyorsunuz. Buda bir süre sonra çocuklarınızın evlenip başka yere gittikleri anlamını taşıyor. Şimdi sıra geldi yüzük parmağına, veeeeeeeeeee hiçbir şekilde ayrılamıyor sonsuza kadar beraberlik… süpermiş değil mii:) . Sevgilim bunu gösterdiğinde onun romantikliğine hayran kaldım tabii ama geçici hayranlık :P duymadı umarım duymadı:)

upps unutmadan ek bir bilgi daha; "eski bir inanışa göre: )" direk kalbe giden tek damar evlilik yüzüğünü takdığımız parmaktaymış. Başka hiç bir parmağımızdan direk kalbe giden bir damar yokmuş! bu demek oluyor ki insanlar eskiden daha romantikmişşşşş hıh.....:)

14 Mart 2008 Cuma

izmir yolcusu kalmadı..:)

kalmasın diyemiyorum çünkü çoooktan İzmir'e gelindi, otele yerleşildi ve fuarın ilk günü bitirildi bile! Her zamanki gibi elimizdeki malzemeyi en iyi şekilde kullanarak üniversitemizi en iyi şekilde tanıtmaya, anlatmaya devam ediyoruz..:) bize kim karşı koyabilir ki zaten, en çok talep gören stand bizimki üstelik hıh:) blog yazılarımla ilgilenemediğim için şimdiden okuyucularından özür diler en yakın sürede bomba gibi konularla geri dönecğimin sözünü verir büyüklerimin elinden küçüklerimin gözlerinden öperim efendim..:)

11 Mart 2008 Salı

kimdi..

kimdi giden kimdi kalan, giden mi suçludur her zaman?
aslında giden değil kalandır terk eden,
giden bu yüzden gitmiştir zaten...

9 Mart 2008 Pazar

The Ladies of the Rings oldukkk:)))


Dün gece tarihe geçecek bir olayda adımızı biz de tarihin tozlu sayfalarına yazdırdık. Ne mi yaptık??? FRoDO'ya, yüzüğü Mordor kuyusuna atması konusunda 400 kişiyle, yaklaşık 12 saat süren manevi desteğimizi verdik:)) ve tabii Rohan ve Gondor'un savunmalarında da katkımız çok.. ama en çok ARwen ve Aragorn'un kavuşma sahneleri tarafımızdan müthiş alkışlar almıştır o da bizim tAşıdığımız Türk kanıyla ilgili olmakta galibaa..:) Dün gece tüm gece boyunca süren mangal sucuk ve aralardaki kahve keyfi dahil çok keyifli ve azcık uykulu bir gece yaşadık ama hayatımız boyunca aklımızda yer edecek bir olayı da anı defterine kaydettik. Öncelikle fark yaratan Anadolu Üniversitesi Sinema Kulübümüz olmak üzere, son anda gelemeyen Ebru hocam dahil, yapımda ve yayında emeği geçen herkese teşekkürler...